ORTA DOĞU Arşiv — ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi https://www.ankasam.org/kategory/bolgeler/ortadogu/ Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Mon, 18 Mar 2024 07:46:10 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.3 Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı: Stratejik Önemi ve Enerji Jeopolitiğine Etkisi https://www.ankasam.org/irak-turkiye-ham-petrol-boru-hatti-stratejik-onemi-ve-enerji-jeopolitigine-etkisi/ https://www.ankasam.org/irak-turkiye-ham-petrol-boru-hatti-stratejik-onemi-ve-enerji-jeopolitigine-etkisi/#respond Mon, 18 Mar 2024 07:46:09 +0000 https://www.ankasam.org/?p=75342 Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, 27 Ağustos 1973 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti arasında imzalanan Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması çerçevesinde Irak’ın Kerkük ve diğer üretim sahalarında üretilen ham petrolün Ceyhan Deniz Terminali’ne ulaştırılması amacıyla inşa edilmiştir. 40 inç (”) çapında ve 986 kilometre (km) uzunluğundaki ilk hat, 1976 yılında işletmeye alınmış ve ilk […]

The post Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı: Stratejik Önemi ve Enerji Jeopolitiğine Etkisi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, 27 Ağustos 1973 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti arasında imzalanan Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması çerçevesinde Irak’ın Kerkük ve diğer üretim sahalarında üretilen ham petrolün Ceyhan Deniz Terminali’ne ulaştırılması amacıyla inşa edilmiştir. 40 inç (”) çapında ve 986 kilometre (km) uzunluğundaki ilk hat, 1976 yılında işletmeye alınmış ve ilk tanker yüklemesi 25 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

Birinci boru hattına paralel olan ve inşaat çalışmaları 1985 yılında başlayan ikinci boru hattı 1987 yılında tamamlanmıştır. 46”lik bu boru hattı ile yıllık taşıma kapasitesi 70,9 milyon tona yükseltilmiştir. 19 Eylül 2010 tarihinde Türkiye ile Irak arasında Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması’nın ve ilgili protokollerinin yenilenmesine ve 15 yıl boyunca uzatılmasına yönelik değişiklik anlaşması imzalanmıştır.[1] Ticaret ve altyapı ilişkileri, Irak ve Türkiye arasında kültürel boyuttan sonra en büyük yapıtaşı olarak kabul edilmiştir. Irak’ın en büyük ham petrol boru hattı olan bu hat, ülkenin Kerkük yakınlarındaki iki büyük petrol sahasından Türkiye’nin güneyindeki Ceyhan’a 985 kilometre boyunca petrol ihraç etmesini sağlamaktadır.[2]

Enerji diplomasisi, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından ikili ilişkilerdeki en önemli mesele olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Yakın tarihsel süreç incelendiği zaman Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı hem Bağdat hükümeti hem de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) için Akdeniz üzerinden küresel petrol ticaretine aktör olma yolu adına bir çıkış kapısı olmuştur. İkili ilişkilerin siyasi gerginliklerin yaşandığı dönemlerde dahil çabucak soğutulmasının nedenleri arasında enerji alanındaki ortaklıkları da göz önünde bulundurmak gerektirmektedir.

2014 yılında “Davlah Al İslamiyyah fi-l Iraq ve El Sham (DAEŞ)” örgütünün Irak topraklarından çıkartılmaya yönelik operasyonların sonuç vermesiyle birlikte ülkenin Kuzey bölgelerindeki petrol sahalarının işletilmesiyle ilgili IKBY ile Bağdat Hükümeti arasında anlaşmazlıklar başlamıştır. Fiili olarak IKBY’nin ilhak ettiği bölgelerden kendi sınırlarına çekileceği tarihe kadar olan süreçte petrol akışını Bağdat Hükümetine pay vermeden sağlaması Irak-Türkiye arasındaki gerginlikleri tırmandırmıştır.

Süreç ilerledikçe Bağdat Hükümeti petrol ihracatını askıya alarak krizin taraflar arasında sert bir zemine oturtulmadan ihracata başlanmayacağını belirtmiştir. IKBY Dış İlişkiler Dairesi Sorumlusu Sefin Dizayi, 30 Ağustos 2023 tarihinde yaptığı açıklamada, IKBY petrolünün ihracatının durması nedeniyle Irak’ın yaklaşık 5,5 milyar dolarlık kayba uğradığını belirtmiştir.[3] Uluslararası petrol ve gaz ajansları ise raporlarda askıya alınan ihracat kaybının 2 milyar dolar seviyesinde olduğunu iddia etmiştir.

Türkiye’de gerçekleşen genel seçimler sonrası T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın öncelikli dosyası haline gelen konuyla ilgili ikili görüşmeler başlatılmıştır. Bölgeye DAEŞ sonrası PKK’nın yerleşmeye başlaması taraflar arasında ortak bir misyonun belirlenmesine ve buna bağlı olarak karşılıklı çıkar paydaşlığı ile beraber “dostluk” dönemine girilmeye başlandığı saptanmıştır.[4] Irak devletinin ekonomik zarardan en az şekilde etkilenmesi ve kalkınma programlarına bütçe bulunması adına Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı projesinin önemi her geçen gün artmaktadır.

Gelinen noktada küresel ham petrol arzının yaklaşık %0.5 ile %1’ini oluşturan stratejik boru hattının karşılıklı bakımlarla hala faaliyete geçmediğini belirtmekte fayda vardır. Türkiye Cumhuriyeti tarafından ikili anlaşmalar doğrultusunda ihracat izni konusu dışında bütün yükümlülükleri yerine getirdiği saptanmıştır. Irak tarafında ise daha önce bahsettiğimiz IKBY ile sınır anlaşmazlığından kaynaklı problemlerin devam etmesi üzerine ihracatı durdurduğu yorumları yapılabilir.

Türkiye, Ceyhan’daki Akdeniz Limanı üzerinden ihracata yeniden başlamaya hazır olduğunu açıklamıştır. Ancak, özellikle IKBY, Irak’ta faaliyet gösteren uluslararası petrol şirketlerinin sözleşmeleri konusundaki Bağdat ve Erbil arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle sevkiyata yeniden başlamayı engellemiştir. İstikrarsızlıklar sebebiyle bölgede faaliyet gösteren uluslararası firmaların üretimler konusunda endişe yaşaması ve bölgenin fırsatlarına gölge düşürdüğü kayıtlara geçmiştir.[5]Ayrıca Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı Ahmet Yıldız, diğer konular arasında enerji işbirliğini tartışmak üzere Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gelecek tarihlerde Irak ziyaretini doğrulamış ve Irak’ın petrol ihracatının yaklaşık 470.000 varil/günün durmasının her iki tarafa da zarar verdiğini belirtmiştir.

Son olarak Dışişleri Bakanlığı’nın yürütmüş olduğu yoğun diplomasi trafiği arasında enerji dosyasının gündeme gelmesi, 2024 yılı içerisinde anlaşmazlıkların son bulacağı ve ihracata tekrar başlanacağı konusunda ümit vericidir. Bölgede taraflar arasında büyük sorunlar yaratan terör örgütlerinin faaliyetlerine son verilmesi akabinde tekrardan petrol ihracatına başlanması ve Türkiye-Irak ilişkilerinin ciddi bir şekilde yeniden “dostluk” zeminine oturtulması önem arz etmektedir.


[1] “Transit Boru Hatları”, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, https://t.ly/HNQhz, (Erişim Tarihi: 15.03.2024).

[2] “Türkiye’nin Irak’a Tazminat Ödemeye Mahkûm Olduğu ‘Petrol’ Davası Nasıl Başladı?”, EuroNews, https://tr.euronews.com/2023/03/28/turkiyenin-iraka-tazminat-odemeye-mahkum-oldugu-petrol-davasi-nasil-basladi, (Erişim Tarihi: 15.03.2024).

[3] “Irak Petrol Bakanından Türkiye açıklaması”, Bloomberg, https://www.bloomberght.com/irak-petrol-bakanindan-turkiye-aciklamasi-2341906, (Erişim Tarihi: 15.03.2024).

[4] “Irak: Türkiye’ye petrol ihracatının yeniden başlatılması için çözüm bulmaya hazırız”, AA, https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/irak-turkiyeye-petrol-ihracatinin-yeniden-baslatilmasi-icin-cozum-bulmaya-haziriz/3061999, (Erişim Tarihi: 15.03.2024).

[5] “Norveçli şirket Kuzey Irak’ta petrol üretimini durdurdu”, DW, https://www.dw.com/tr/norve%C3%A7li-%C5%9Firket-kuzey-irakta-petrol-%C3%BCretimini-durdurdu/a-65164580, (Erişim Tarihi: 15.03.2024).

The post Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı: Stratejik Önemi ve Enerji Jeopolitiğine Etkisi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
https://www.ankasam.org/irak-turkiye-ham-petrol-boru-hatti-stratejik-onemi-ve-enerji-jeopolitigine-etkisi/feed/ 0
IMEC’in Yeniden Canlandırılması Mümkün mü? https://www.ankasam.org/imecin-yeniden-canlandirilmasi-mumkun-mu/ Mon, 04 Mar 2024 08:05:04 +0000 https://www.ankasam.org/?p=71773 Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomi Koridoru (IMEC), 9 Eylül 2023 tarihinde Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenen G-20 Zirvesi sırasında duyurulmuştur. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği (AB) arasında imzalanan Mutabakat Zaptı sonucunda katılımcı devletler, kendi aralarındaki ticaret altyapısını geliştirmek ve uyumlu hale getirmek için birlikte çalışmayı […]

The post IMEC’in Yeniden Canlandırılması Mümkün mü? appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomi Koridoru (IMEC), 9 Eylül 2023 tarihinde Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenen G-20 Zirvesi sırasında duyurulmuştur. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği (AB) arasında imzalanan Mutabakat Zaptı sonucunda katılımcı devletler, kendi aralarındaki ticaret altyapısını geliştirmek ve uyumlu hale getirmek için birlikte çalışmayı taahhüt etmişlerdir. Aynı zamanda bu koridorla birlikte üç kıta arasında tedarik zincirlerinin güvence altına alınması, enerji kaynaklarının geliştirilmesi, dijital bağlantının güçlendirilmesi de hedefler arasındadır.[1]

Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 24 Eylül 2023 tarihli konuşmasında bu koridorla ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir:[2]

“Bu proje, dünya çapında karşılıklı bağlantıya ve kalkınmaya sürdürülebilir bir yön verecektir. Tüm dünya için sürdürülebilir kalkınmayı teşvik edecektir.”

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 13 Eylül 2023 tarihli konuşmasında bu koridorla ilgili düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiştir:[3]

“Bu koridor, Hindistan, Arap Körfezi ve Avrupa arasında bugüne kadarki tek doğrudan bağlantı olacaktır. Hindistan ile Avrupa arasındaki ticareti %40 daha hızlı hale getirecek bir demiryolu bağlantısını da içerecektir.”

ABD Başkanı Joe Biden ise bu projeyi “Oyunun kurallarını değiştiren bir yatırım” olarak değerlendirmiştir.[4] 4.800 kilometrelik yeni bir koridor olan IMEC, Hindistan’ı Basra Körfezi’ne bağlayan doğu koridoru ve Basra Körfezi’ni Avrupa’ya bağlayan kuzey koridoru olmak üzere iki ayrı rotadan oluşmaktadır. IMEC; karayolu, demiryolları ve limanların kullanılmasını öngören çok modlu bir ulaşım koridorudur.

Uzmanlar tarafından Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne rakip olarak değerlendirilen IMEC, bünyesinde birçok mali ve lojistik sorunlar barındıran bir girişim olduğundan hayata geçirilmesi konusunda en başından beri sorunlar bulunmaktaydı. Örneğin güzergâh üzerinde altyapı iyileştirmelerine ve diğer lojistik altyapı ihtiyaçlarına önemli miktarda yatırım yapılması, ayrıca 2.000 kilometreden fazla demiryolu inşasının da tamamlanması gerekmektedir.[5] Mevcut altyapı eksikliği nedeniyle çok modlu taşımacılığın getireceği zorlukların yanı sıra mal sevkiyatlarının, her ülkenin kendi ulusal gümrük kontrolüne tabi tutulacak olması başka bir sorun yaratabilir. Projenin başarılı olması, taraf ülkeler arasında ticaret politikalarının uyumlaştırılmasına bağlı olsa da bu konuyla ilgili bir çalışma henüz yapılmamıştır.

Mutabakat Zaptı’nda öngörülmesine rağmen taraf ülkeler, 60 gün içinde somut bir eylem planı belirlemek için bir araya gelmemişlerdir. Ayrıca projenin finansmanıyla ilgili de yeterince bilgi verilmemiştir. Yapılan tahminlere göre, altyapı çalışmalarının 8 milyar dolara mal olabileceği beklenmektedir.[6] Mutabakat Zaptı’nı imzalayan taraflar, finansman konusunda bağlayıcı bir taahhütte bulunmadığından milyarlarca doların kim tarafından ödeneceği konusu da belirsizliğini korumaktadır.[7] Dolayısıyla üç kıta arasında yapılacak ticaretin uygulanabilirliğini ve sürdürülebilirliğini sağlamanın yanı sıra projenin maliyetine ve finansmanına ilişkin netlik kazandırmanın taraf ülkeler açısından son derece zorlu bir süreç olacağı söylenebilir.

Ancak bu iddialı projenin uygulanmasındaki tek sorun, altyapı eksiklikleri veya mali zorluklar değildir. Genel olarak bir veya daha fazla ülkenin ekonomik faaliyet merkezlerini birbirine bağlayan yolların bir birleşimi olarak tanımlanan ulaşım koridoru, güzergâh boyunca taraf ülkeler arasındaki ekonomik kalkınmaya ve bölgesel entegrasyonu geliştirmeye katkı sağlamaktadır. Rota boyunca istikrar ve güvenliğin sağlanması ve taraf ülkelerin işbirliği içinde çalışması, ulaşım koridorlarının etkin ve verimli kullanımı için büyük önem taşımaktadır.

Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in Gazze Şeridi’ne yakın kasabalarına saldırması, hem 1948 yılından bu yana bölgede yaşanan çatışmaları bir üst boyuta taşımış hem de bütün Orta Doğu’nun dinamiklerini değiştirmiştir. Bu saldırıyla birlikte bölgede ortaya çıkan ve hala devam eden güvenlik ve istikrar kaygıları, IMEC’in hayata geçirilmesi noktasında daha büyük sorunları ortaya çıkarmıştır. Hamas saldırısının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik sert tutumu, Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki normalleşme sürecini de olumsuz etkilemiştir. Bu noktada IMEC’in başarılı bir şekilde hayata geçirilmesinde İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin büyük önem taşıdığını belirtmekte fayda vardır.

Ticari ilişkilerin bölgede barış ve istikrarı sağlayacağı varsayımından hareketle projenin barışçıl ve istikrarlı bir Orta Doğu’ya katkıda bulunmayı amaçladığı söylenebilir. Ancak iki ülke arasındaki normalleşme sürecinin durması, bölgesel bir güvenlik anlaşmasının imzalanmasına engel olmuş ve projeye dair umutları azaltmıştır. Bu bölgesel kargaşanın ortasında IMEC, projeye taraf ülkeler açısından sadece bir temenni olarak kalmıştır.

Son zamanlarda projenin geleceğiyle ilgili birtakım önemli gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 12 Şubat 2024 tarihinde Fransız enerji şirketi Engie’nin eski başkanı Gérard Mestrallet’i “IMEC Özel Temsilcisi” olarak atamış ve ülkesinin bu projede kilit bir aktör olmasını, ayrıca Fransız şirketlerin projenin ilk aşamalarında kendisine yer edinmesini arzuladığını ifade etmiştir. [8]

Bu projenin sürekliliği konusunda en çok çaba harcayan ülkeyse Hindistan’dır. 13 Ekim 2023 tarihinde Fas’ta düzenlenen G-20 Maliye Bakanları Toplantısında konuşan Hindistan Maliye Bakanı Nirmala Sitharaman, “Bu, uzun vadeli bir girişimdir. Orta Doğu’daki kısa süreli aksaklıklar endişe verici olsa da taraflarla etkileşim halinde olmaya devam edeceğiz” demiştir.[9] Ayrıca Bakan Sitharaman, 2024 bütçe görüşmelerinde de “IMEC, hem Hindistan hem de diğer ülkeler için stratejik ve ekonomik bir oyun değiştiricidir” ifadelerini kullanmıştır.[10] Diğer yandan Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin 13-14 Şubat 2024 tarihlerinde BAE’ye yaptığı ziyaret sırasında çok önemli bir gelişme meydana gelmiştir. Bu iki ülke, IMEC üzerinde çalışmaya devam edilmesi için bir anlaşma imzalamıştır.[11]

Bahsedilen gelişmeler, projenin unutulmadığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bu gelişmeler bağlamında bölgede devam eden çatışmalara ve bölgesel istikrarsızlığa rağmen IMEC’e taraf ülkelerin, ekonomik ve siyasi motivasyonlarında bir değişiklik olmadığı söylenebilir.


[1] “Memorandum of Understanding on the Principles of an India – Middle East – Europe Economic Corridor”, The White House, https://www.whitehouse.gov/briefing-room/statements-releases/2023/09/09/memorandum-of-understanding-on-the-principles-of-an-india-middle-east-europe-economic-corridor/, (Erişim Tarihi: 01.02.2024).

[2] “Can new India-Europe-Middle East corridor counter China?”, The Telegraph, https://www.telegraphindia.com/world/can-india-middle-east-europe-economic-corridor-act-as-a-foil-to-chinas-belt-and-road-initiative-dws/cid/1966075, (Erişim Tarihi: 01.02.2024).

[3] “2023 State of the Union Address by President von der Leyen”, European Commission, https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/speech_23_4426, (Erişim Tarihi: 30.01.2024).

[4] “Connecting India with Europe: World’s most ambitious trade route stalls in Mideast turmoil”, The Economic Times, https://economictimes.indiatimes.com/small-biz/trade/exports/insights/connecting-india-with-europe-worlds-most-ambitious-trade-routestalls-in-mideast-turmoil/articleshow/107099848.cms, (Erişim Tarihi: 30.01.2024).

[5] “The uncertain future of the India-Middle East-Europe Corridor”, Politico, https://www.politico.eu/article/the-uncertain-future-of-the-india-middle-east-europe-corridor/, (Erişim Tarihi: 30.01.2024).

[6] “From India to Europe: What opportunities and challenges will the new corridor bring?”, Euronews, https://www.euronews.com/business/2023/12/15/from-india-to-europe-economic-corridor-to-offer-new-trade-opportunities, (Erişim Tarihi: 14.02.2024).

[7] “Memorandum of Understanding on the Principles of an India – Middle East – Europe Economic Corridor”, White House, https://www.whitehouse.gov/briefing-room/statements-releases/2023/09/09/memorandum-of-understanding-on-the-principles-of-an-india-middle-east-europe-economic-corridor/, (Erişim Tarihi: 01.02.2024).

[8] “L’ex-patron d’Engie nommé émissaire de la France dans un projet de couloir logistique entre l’Europe et l’Asie”, Le Parisien, https://www.leparisien.fr/economie/lex-patron-dengie-gerard-mestrallet-nomme-emissaire-de-la-france-dans-un-projet-de-couloir-logistique-entre-leurope-et-lasie-12-02-2024-O43VMXIAWJANFF6ZEXMHRCJSPA.php, (Erişim Tarihi: 14.02.2024).

[9] “‘G20 countries will start share Information under Crypto Asset Reporting Framework by 2027’: Finance Minister”, The New Indian Express, https://www.newindianexpress.com/business/2023/Oct/14/g20-countries-will-start-share-informationunder-crypto-asset-reporting-framework-by-2027finance-minister-2623811.html, (Erişim Tarihi: 14.02.2024).

[10] “Interim Budget 2024: ‘Trade corridor will be strategic game-changer’”, The Indian Express, https://indianexpress.com/article/business/budget/interim-budget-2024-trade-corridor-will-be-strategic-game-changer-9139852/, (Erişim Tarihi: 15.02.2024).

[11] “India, UAE ink pact to quickly operationalise crucial India-Middle East-Europe Economic Corridor”, The New Indian Express, https://www.newindianexpress.com/nation/2024/Feb/14/india-uae-ink-pact-to-quickly-operationalise-crucial-india-middle-east-europe-economic-corridor, (Erişim Tarihi: 15.02.2024).

The post IMEC’in Yeniden Canlandırılması Mümkün mü? appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Olası Ateşkes ve Barışın Önlenemez Yükü: Netanyahu https://www.ankasam.org/olasi-ateskes-ve-barisin-onlenemez-yuku-netanyahu/ Tue, 20 Feb 2024 07:38:24 +0000 https://www.ankasam.org/?p=70657 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ikili görüşme sayısı 20’ye yaklaşmıştır. İlk dönemlerde ABD’nin İsrail’e olan desteği, gün geçtikçe (en azından söylemsel düzeyde) tersine dönmüştür. Özellikle Netanyahu’nun Gazze’den sonra bir milyon civarı Filistinlinin yaşadığı Refah Bölgesi’ne yönelik operasyondaki ısrarı, Biden’ın tepkisiyle karşılaşmıştır. ABD’li […]

The post Olası Ateşkes ve Barışın Önlenemez Yükü: Netanyahu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ikili görüşme sayısı 20’ye yaklaşmıştır. İlk dönemlerde ABD’nin İsrail’e olan desteği, gün geçtikçe (en azından söylemsel düzeyde) tersine dönmüştür. Özellikle Netanyahu’nun Gazze’den sonra bir milyon civarı Filistinlinin yaşadığı Refah Bölgesi’ne yönelik operasyondaki ısrarı, Biden’ın tepkisiyle karşılaşmıştır. ABD’li yetkililerin söz konusu bu “aşırı” işgal planını hiçbir surette kabul etmeyeceklerini açıklamasına rağmen Netanyahu, İsrail Ordusu’nun Refah’a yönelik büyük güçte bir operasyon yapacağı yönündeki söylemlerini ısrarla tekrar etmektedir.

Biden yönetimi ise Ürdün Kralı Abdullah’la yapılan görüşmede bir kez daha dile getirilen ve rehine takasını sağlayacak en az altı haftalık bir ateşkes teklifinin altını çizmektedir. Ateşkesin devamında ise temel çerçevenin belirlendiği bir barış planının devreye sokulmasıyla bağımsız Filistin Devleti’nin kurulması vurgulanmaktadır. Fakat Biden, bu mesajının devamına, ateşkes ve barış planı konusunda İsrailli liderleri anlaşmaya varmak için çalışmalara devam etmesi yönünde teşvik ettiğini de eklemiştir. Bu durum, söz konusu planın akıbeti konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır.

Diğer yandan ABD’li yetkililer, Wall Street Journal’a verdikleri röportajda, İsrail’in sivillere yönelik Gazze saldırılarında ve Lübnan’a beyaz fosfor bombası kullanarak yaptığı askerî harekâtlarda Amerikan bombaları ve füzelerini kötüye kullanıp kullanmadıkları konusunda yeni bir soruşturma başlattıklarını ifade ettiler. Bu gelişmelerin sonucunda Biden’ın Netanyahu üzerindeki etkisinin kırılmaya başladığını söylemek mümkündür. Bu öngörü, hafızalara hemen 2023 yılının Aralık ayında düzenlenen bir bağış etkinliğinde Biden’ın elli yıldır Netanyahu’yu tanıdığını ve O’na “Bibi, seni seviyorum ama söylediğin hiçbir şeye katılmıyorum” sözünü getirmektedir.[1] ABD’nin son günlerdeki girişimlerinin İsrail’e rağmen sürdürüldüğünü söylemek gerçekçi olmadığı kadar Biden ve Netanyahu arasında eşgüdüm bulunduğunu söylemek de akılcı görülmemektedir.

Arap ve dünya kamuoyunun ABD’nin İsrail’in saldırgan tutumuna engel olmakta yetersiz kaldığı eleştirilerine cevap veren ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, şu ifadeleri kullanmıştır:[2] “Bence bazen insanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde dünyadaki herhangi bir durumun tam da bizim istediğimiz şekilde sonuçlanmasını sağlayabildiğimiz sihirli bir değnek varmış gibi davranıyorlar ama durum asla böyle değil.” 13 Şubat 2024 tarihinde ise Miller, bu kez soruşturma sürecinin politikada hızlı bir değişimi tetikleyecek bir inceleme olarak tasarlanmadığını söyleyerek olası İsrail tepkilerine yastık tutmuştur.

Washington Post’ta 15 Şubat 2024 tarihinde yayımlanan “ABD ve Arap Ülkeleri: Savaş Sonrası Gazze Planı ve Filistin Devletinin Zaman Çizelgesi” başlıklı yazıda,[3] ABD ve Ortadoğulu ortaklarının rehine takası anlaşmasını içeren ateşkes sürecinin özellikle Ramazan ayından önce devreye sokulması için büyük bir çaba gösterdiği ifade edilmiştir. Aynı yazıda, süreci yönetmeye çalışan ABD’li ve Arap diplomatların sürecin devamı için rehine anlaşmasını en temel kriter olarak gördükleri tespiti yapılmıştır.

ABD, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Filistinli temsilcilerden oluşan grup, rehine takasıyla başlayacak sürece dair aralarında uzlaşmaya yakın olsalar da İsrail’in Refah’a saldırı düzenlemesi halinde tüm bu çabaları çöpe atacağının da farkında ve bu korku söz konusu süreci hararetlendirmektedir. Diğer yandan barışın sağlanması adına tarafların İsrail’e kabul ettirmeleri gereken dört önemli kriter bulunmaktadır. Bunlar; Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin tümünün ya da büyük bir kısmının boşaltılması, Doğu Kudüs’ün Filistin Devleti’nin başkenti olarak kabul edilmesi, Gazze’nin yeniden inşası ve Batı Şeria ile Gazze arasında güvenlik ve yönetim ilişkisini kuracak yapılanmanın kurulmasıdır.

İsrail’den gelecek nihai cevap beklentisinin yanında beşlinin umudu, bu kriterlerin karşılığında İsrail’in belirli güvenlik garantileri ve Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Arap Devletleri’yle normalleşme süreçlerinin ilerlemesini istemekle yetinmesidir. Netanyahu ise 11 Şubat 2024 tarihinde ABC televizyonunda katıldığı programda, bu tekliflerle ilgili hiç yorumda bulunmadan “iki devletli” çözümü kabul etmeyeceklerini ve ayrıca Ürdün Nehri batısında güvenliğin İsrail tarafından sağlanmaya devam etmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Netanyahu ayrıca Hamas’ın gerçekçi önerilerle geldiği takdirde İsrail’in çözüm masasına oturabileceğini, aksi takdirde İsrail’in güvenlik endişelerini yok sayacak bir şekilde bölgeden tamamen çekilmesi gibi bir teklifi ciddiye almayacaklarını vurgulamıştır. Hamas ise İsrail askerlerini Gazze’de artık görmek istememekte ve masum Filistinlilerin katledilmesine son verilmesini ısrarla dile getirmektedir.

Filistin cephesinden ateşkes/barış sürecine dair Hamas’tan gelen İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesi konusunda ısrarın yanında Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) de bir çıkış gelmiştir. El-Fetih Merkez Komitesi üyelerinden Tevfik Tiravi, ABD’nin Filistin’de zayıflamış FKÖ ve radikalleşmiş Hamas dışında bir yönetim önerisine sert tepki göstermiştir. Tiravi, ABD’nin zaman zaman bölgeye gelip aktörlerle lego inşa eder gibi oyun oynayabileceğini düşündüğünü ve eğer Filistin’de yeni bir devlet kurulacaksa yönetimin ve liderliğin kararını kendilerinin vereceğini ifade etmiştir.

Bir yanda ilgili tarafların salladığı çözüm masasını ayakta tutma savaşı veren diğer yandan da yaklaşan başkanlık seçimlerinin ağır gündemini ve üzerinde biriken tepkileri hafifletmek isteyen Biden yönetimi, sorunu tek başına idare etme konusunda çıkış yolu aramaktadır. Nitekim yukarıda bahsedilen beşli çerçevesinde birincil inisiyatifler alınırken aynı zamanda 16 Şubat 2024 tarihinde başlayan Münih Güvenlik Konferansı’nda konuyu gündeme getirerek hem inisiyatif yükünü hem de dolaylı yoldan İsrail’e baskı uygulama yükünü paylaşmayı hedeflemektedir. Fakat Netanyahu’nun oluşturduğu yük, Biden’dan pek düşecek gibi görünmemektedir.


[1] “Biden-Netanyahu Relationship at Boiling Point as Rafah Invasion Looms”, The Washington Post, https://www.wsj.com/world/middle-east/biden-netanyahu-relationship-at-boiling-point-as-rafah-invasion-looms-b893bec5, (Erişim Tarihi: 15.02.2024). 

[2] “Key elements of deal for Gaza ceasefare and hostage release ‘are on the table’, says Biden”, The Guardian, https://www.theguardian.com/us-news/2024/feb/13/first-thing-push-for-gaza-ceasefire-intensifies-as-biden-says-key-elements-on-the-table, (Erişim Tarihi: 15.02.2024). 

[3] “U.S., Arab nations plan for postwar Gaza, timeline for Palestinian state”, The Washington Post, https://www.washingtonpost.com/world/2024/02/14/gaza-peace-israel-palestinian-state/, (Erişim Tarihi: 15.02.2024). 

The post Olası Ateşkes ve Barışın Önlenemez Yükü: Netanyahu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Rusya-İran Anlaşması Enerji Boyutu https://www.ankasam.org/rusya-iran-anlasmasi-enerji-boyutu/ Sat, 03 Feb 2024 06:47:09 +0000 https://www.ankasam.org/?p=69367 18 Ocak 2024 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti ile Rusya arasında yeni bir 20 yıllık kapsamlı işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma, Mart 2001 tarihinde imzalanan ve iki kez beşer yıl uzatılan 10 yıllık anlaşmanın yerine geçecek ve özellikle savunma ve enerji sektörlerindeki işbirlikleri yenilecektir. Enerji sektöründeki yeni anlaşma, Rusya’ya Hazar Denizi’nin İran kısmında ilk çıkarma hakkını […]

The post Rusya-İran Anlaşması Enerji Boyutu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
18 Ocak 2024 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti ile Rusya arasında yeni bir 20 yıllık kapsamlı işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma, Mart 2001 tarihinde imzalanan ve iki kez beşer yıl uzatılan 10 yıllık anlaşmanın yerine geçecek ve özellikle savunma ve enerji sektörlerindeki işbirlikleri yenilecektir. Enerji sektöründeki yeni anlaşma, Rusya’ya Hazar Denizi’nin İran kısmında ilk çıkarma hakkını vermektedir. Bu da potansiyel olarak devasa Chalous sahasını kapsamaktadır. Hem kara hem de deniz sahalarını içeren bu havzada, tahmini olarak 48 milyar varil petrol ve 292 trilyon küp feet (tcf) doğal gaz rezervine sahip olduğu düşünülmektedir.

2019 yılında Rusya, Hazar havzası alanının hukuki statüsünü değiştirmekte etkili olmuş ve bu süreçte İran’ın payını yüzde 50’den yalnızca yüzde 11.875’e düşürmüştür. Chalous havzasının keşfi öncesinde, uzmanların analizlerine göre İran’ın Hazar Denizi kaynağındaki enerji ürünleri değeri üzerinden en az 3,2 trilyon dolar kaybedeceği anlamına gelmektedir. İran ve Rusya’nın en son iç kullanım tahminlerine göre, bu rakam çok daha yüksek olabilir. Daha önceki tahminlere göre Chalous’un yaklaşık 124 milyar fit (bcf) gaz içerdiği düşünülmekteydi. Bu, İran’ın toplam tahmini gaz rezervinin yüzde 40’ını ve gaz üretiminin yaklaşık yüzde 80’ini oluşturan dev Güney Pars doğal gaz sahasındaki gaz rezervlerinin çeyreğine denk gelmektedir.

Yeni tahminlere göre; Chalous’un “Greater” kısmında 208 bcf gaz, Chalous’ta 42 bcf gaz bulunmak üzere toplamda 250 bcm gaz bulunduğu belirtilmektedir. Rusya’ya ayrıca ilk çıkarma hakkı tanınmıştır. Bu, Hürremşehr ve komşu İlam illerindeki İran’ın önemli petrol ve gaz sahalarına da uygulanacaktır. İran ve Irak sınırlarındaki ortak alanlar, Tahran’ın ana petrol sektörüne yönelik mevcut yaptırımları atlamasına izin vermiştir. Bu anlaşmanın belirleyici unsurlarından biri, Rusya’ya enerji sektöründe stratejik avantaj sağlamasıdır.

Rusya, Hazar Denizi’ndeki devasa Chalous sahasında çıkarma haklarını güvence altına almıştır. Sahanın tahmini olarak 48 milyar varil petrol ve 292 trilyon küp feet doğal gaz barındırdığı tahmin edilmektedir.[1] Bu bağlamda İran’ın enerji alanında yaptırımları by-pass etmek için Rusya’ya büyük imtiyazlar verdiği kabul edilebilir. Lakin Basra Körfezi’nde İran’ın halihazırda çözümü bekleyen Durra/Araş Gaz sahası üzerinde krizi devam etmektedir.[2] İran’ın en istikrarlı Hazar sahalarında Rusya’ya imtiyaz hakkı tanıması, güvenlik alanında yapılan işbirliğinin bir sonucu olarak görülebilir.

Öte yandan İran’ın sadece Rusya’yla atılımlar yaptığını söylemek mümkün değildir. Orta Doğu’da artan tansiyon nedeniyle komşu ülkeler ekonomilerini ve enerji sektörlerini güvence alma isteğindedirler. Kararlılığın bir göstergesi olarak Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) ile İran Şebeke Yönetim Şirketi (IGMC) Arasında İşletme Anlaşması imzalanması, İran’ın sadece Rusya’yla değil, bölgede ciddi aktör olan komşu ülkelerle de bu temelleri sağlamlaştırma gayretinde olduğunu göstermektedir.[3] 

Güvenlik endişelerinin arttığı bu dönemde İsrail-Hamas çatışmalarının baş aktörlerinden birisi olarak gösterilen İran’ın yeni ambargo hamlelerine karşı bir önlem aldığını da söylemek mümkündür. Alınan önlemlerden birisi olarak İran’ın senenin başında almış olduğu yenilebilir enerji hamlesi gösterilebilir. İran Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Kurumu (SATBA) Başkanı Mahmud Kamani, ülkede faaliyet gösteren rüzgâr ve güneş enerjisi santralleri tarafından üretilen elektriğin ihraç edilmesi için planların devam ettiğini belirtmiştir. SATBA Başkanı, İran’daki yenilenebilir enerji santrallerinin mevcut üretim kapasitesini 1,122 megavat olarak açıklamış ve ülkede toplamda 11,000 megavat kapasiteye sahip yeni santrallerin inşa sürecinin devam ettiğini eklemiştir. İran’ın yenilenebilir enerji ihracatının hedeflerinin Türkiye, Pakistan ve Afganistan olduğunu söyleyen Kamani, 4,500 megavatlık bir güneş enerjisi santrali inşası için ihale duyurularının yapıldığını belirtmiştir.

Ayrıca SATBA’nın yaklaşık 5 milyar dolarlık bir maliyetle 10,000 megavatlık bir yenilenebilir enerji santralinin inşası için İran Ulusal Kalkınma Fonu’yla (NDFI) anlaşmaya vardığı açıklanmıştır. Alınan bu kararın finansmanı konusunda tartışmalar sürerken, İran’ın koymuş olduğu yol haritasıyla enerji ambargosuna karşı öz kaynaklarını kullanarak bir mekanizma geliştireceği söylenebilir.

Öte yandan yenilenebilir enerji alanında atacağı adımlarda yakın siyasi ilişkileri olan Çin’le hareket edeceğini öngörmek mümkündür. Halihazırda Çin’in en büyük yenilenebilir enerji teknolojisi üretici olduğu bilinmekle beraber fosil yakıtlar konusunda coğrafyada yeni bir aktör olma arzusu mevcuttur. Haziran 2023 tarihli Çin ile Katar arasında imzalanan LNG anlaşması bunun bir örneği olarak gösterilmektedir. Çin, Katar’la yıllık 4 milyon ton LNG satın alımını kapsayan 27 yıllık bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre Çinli CNPC şirketi, Katar’ın Kuzey Doğu sahasındaki bir üretim sahasında yüzde 5 hisseye sahip olacaktır.[4]

Sonuç olarak, Çin’in Orta Doğu enerji denklemine kalıcı olarak yerleşeceği söylenebilir. Bu anlamda İran’ın bölgede sadece Rusya’dan değil, aynı zamanda Çin’den de siyasi ve ekonomik destek alacağı ileri sürülebilir. İmzalanan paktla birlikte İran’ın ekonomik yaptırımları by-pass etmek için Rusya’ya büyük tavizler vereceğini söylemek mümkündür.


[1] “Russia And Iran Finalize 20-Year Deal That Will Change The Middle East Forever”, OilPrice- Simon Watkins, https://oilprice.com/Energy/Energy-General/Russia-And-Iran-Finalize-20-Year-Deal-That-Will-Change-The-Middle-East-Forever.html, (Erişim Tarihi: 22.01.2024).

[2] “Kuveyt ile İran arasında çözülemeyen sorun: Durra/Araş Gaz Sahası”, AA, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kuveyt-ile-iran-arasinda-cozulemeyen-sorun-durra-aras-gaz-sahasi/2965814, (Erişim Tarihi: 11.08.2023).

[3] “Türkiye ve İran enerji iş birliğini arttıracak”, Enerji Günlüğü, https://www.enerjigunlugu.net/turkiye-ve-iran-enerji-isbirligini-arttiracak-57440h.htm, (Erişim Tarihi: 25.01.2024).

[4] “Çin ve Katar arasında dev LNG anlaşması”, Bloomberg, https://www.bloomberght.com/cin-ve-katar-arasinda-dev-lng-anlasmasi-2333382, (Erişim Tarihi: 20.06.2023).

The post Rusya-İran Anlaşması Enerji Boyutu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Kızıldeniz’deki Krizin Küresel Tedarik Zincirlerine Etkisi https://www.ankasam.org/kizildenizdeki-krizin-kuresel-tedarik-zincirlerine-etkisi/ Wed, 31 Jan 2024 12:05:57 +0000 https://www.ankasam.org/?p=69152 Kızıldeniz’de yaşanan son gelişmeler, Hamas ve İsrail arasında başlayan çatışmanın bölgeye yayılmasından duyulan endişeyi artırmaktadır. 2023 yılının Kasım ayından bu yana Hudeyde Limanı’nda Husiler tarafından İsrail’in ve Israil’le bağlantılı gemilere el konulması,[i] ayrıca bu tür gemilere füze ve insansız hava araçlarıyla saldırması uluslararası dikkatleri Husilere yöneltmiştir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları durana kadar bu tür askeri […]

The post Kızıldeniz’deki Krizin Küresel Tedarik Zincirlerine Etkisi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Kızıldeniz’de yaşanan son gelişmeler, Hamas ve İsrail arasında başlayan çatışmanın bölgeye yayılmasından duyulan endişeyi artırmaktadır. 2023 yılının Kasım ayından bu yana Hudeyde Limanı’nda Husiler tarafından İsrail’in ve Israil’le bağlantılı gemilere el konulması,[i] ayrıca bu tür gemilere füze ve insansız hava araçlarıyla saldırması uluslararası dikkatleri Husilere yöneltmiştir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları durana kadar bu tür askeri operasyonlara devam edeceklerini açıklayan Husilerin bu eylemleri, İsrail’in Eilat Limanı’nı zora sokmuş ve ticari trafiğin felç olmasına neden olmuştur.[ii]

Kızıldeniz’deki ticaret krizinin temelini oluşturan bu durum bölgede ciddi jeo-ekonomik etkilere yol açmaktadır. Kızıldeniz, deniz ticareti ve özellikle enerji nakli açısından kritik bir bölgedir. Bu nedenle, bölgedeki deniz taşımacılığına yapılan saldırıların sonuçları küresel ekonomide hızla kendini göstermeye başlamıştır. Kızıldeniz’den geçen konteynerlerin maliyeti birkaç hafta içinde dört katına çıkmış[iii] ve buna ek olarak, bölgedeki ticaret trafiğinde azalma yaşanmıştır.[iv]

Bölgedeki yaşanan krizin siyasi arka planına bakıldığında, Husilerin izledikleri Anti-Siyonist ve Anti-Semitik ideolojik tutumlarına ek olarak, iç konsensüslerini güçlendirme ve hükümetlerinin başarısızlıklarından dikkatleri başka yöne çekme arzuları, onları Kızıldeniz’de saldırılar düzenlemeye sevk ettiği görülmektedir. ABD’nin Husilerin gemilere gerçekleştirdiği saldırılara karşı tepkisi şu ana kadar iki aşamada gerçekleşmiştir. Aralık 2023 tarihinde çok uluslu bir deniz misyonu olan ‘refah muhafızı’[v] organizasyonu oluşturularak başlamış ve ardından Ocak 2024 tarihinden itibaren Husilerin askeri tesislerine karşı Anglo-Amerikan saldırıları gerçekleştirilmiştir.[vi]

Yaşanılan krizin etkilerinden biri Avrupalıların ve Amerikalıların Husilere yönelik algılarının değişmesidir. Husiler, uzun süredir Yemen’deki yerel aktörler olarak görülmekte ve Yemen, bölgesel ve küresel dinamikler açısından periferik bir konuma sahip olarak algılanmaktadır. Ancak Husilerin Kızıldeniz’deki Israil’le bağlantılı olduğunu düşündükleri gemilere saldırarak küresel tedarik zincirinde kesinti yaratmalarıyla birlikte uluslararası ticarete zarar verebilecek bir tehdit potansiyeli taşıdıkları ortaya çıkmıştır.

Başka dikkat çeken bir durum ise Kızıldeniz’deki yaşanan ticaret krizine karşı Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki koordinasyon eksikliğidir.[vii] Husilerin oluşturduğu tehdide karşı uluslararası alanda farklı tepkiler bulunmaktadır; ABD ve İngiltere, Husilerin saldırı kabiliyetlerini zayıflatmayı ve seyrüsefer özgürlüğünü yeniden tesis etmeyi amaçlamaktadır. Öte yandan Avrupalılar, bölgedeki süregelen çatışmanın genişlemesinden kaçınarak risk azaltıcı bir yanıt vermek istemektedir. Bu bağlamda belirtilen hedeflerine ulaşmak amacıyla İngiltere ve ABD’nin Husilerin Kızıldeniz’deki tehdidine hızlı bir şekilde müdahale ettiği göze çarpmaktadır.

Kızıldeniz’in ticari güvenliğini tehdit eden bu duruma karşı Avrupa Birliği’nden gelen tepkiler, üye devletler arasında da farklılık göstermektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Paris’in bölgedeki şiddetin “tırmanmasını önlemek” amacıyla ABD ve İngiltere’nin Yemen’deki Husi isyancılara yönelik gerçekleştirdiği saldırılara “katılmama kararı aldığını” belirtirken,[viii] İspanya’daki Filistin yanlısı Sánchez hükümetinin[ix] şu ana kadar duruma müdahale etmek konusunda en ufak bir ilgi göstermediği görülmektedir. Avrupa ülkeleri, ortak bir Avrupa kimliği altında bir araya geldiklerini iddia etmelerine rağmen, üye devletlerin farklı stratejik çıkarları ve farklı dış politika görüşleri, Avrupa Birliği’nin küresel krizlere karşı etkili ve birleşik bir şekilde hareket etmesini neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Yaşanılan bu siyasi ve askeri koordinasyon eksikliği, AB’nin jeopolitik bir süper güç olma hedefi önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Kızıldeniz’deki ticaret krizi ise Avrupa ülkelerinin hem kendi aralarında hem de diğer Batı ülkeleriyle beraber uluslararası sorunlar karşısında tek bir bütün olarak hareket etme konusundaki yetersizliklerinin devam ettiğini göstermiştir.

Bu gelişmelere ek olarak Kızıldeniz’deki krizin uluslararası ticaret açısından ortaya çıkacak sonuçları, krizin ne kadar süreceğine bağlı olacaktır. Eğer yaşanılan küresel tedarikteki kesinti uzun vadeli olursa, üretici sektörler direnç göstermekte zorlanabilir. Süveyş Kanalı üzerinden gerçekleştirilen deniz ticaretinde meydana gelen aksamalar nedeniyle, Ümit Burnu’ndan bazı gemiler transit geçiş yapmak zorunda kalmıştır. Afrika’nın etrafını dolaşmak ise 10 günlük bir transit gecikmesi anlamına geldiği için bu gemilerin varışları yavaşlamış ve nakliye maliyetlerinde artış gözlenmiştir. Ayrıca, Süveyş Kanalı rotasındaki limanlardan aktarma yapılamaması, Akdeniz’in deniz ticaretinde marjinalleşme riskini beraberinde getirebilir. Kriz devam ettiği takdirde, deniz yollarının yeniden programlanması gerekecek ve Akdeniz limanları devre dışı kalma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, küresel ekonomide enflasyon riski görülebilir.

Özetle, dünya giderek daha fazla küreselleşmektedir ve buna paralel olarak ekonomik krizlerin ve siyasi sorunların etkisine maruz kalma olasılığı artmaktadır. Giderek kırılgan hale gelen bu sistem, kendini farklı bağlamlarda giderek daha fazla göstermektedir. Başka bir ifadeyle, küresel ekonominin kırılganlığı artmaktadır. Güncel politik durumda Kızıldeniz’de Yemen’de 2014 yılından bu yana devam eden iç savaş, Gazze Savaşı ile kesişmiş durumdadır. Küresel bir değer olan seyrüsefer özgürlüğünü korumayı kendisine görev edinmiş ABD ise Kızıldeniz ve Babül Mendeb Boğazı’ndaki deniz güvenliğini yeniden tesis etmeyi hedef haline getirmiştir.

Şimdiye kadar Husi saldırılarında azalma olmaması ve hatta yeni Anglo-Amerikan saldırılarının cezalandıracaklarını ilan etmiş olmaları,[x] önümüzdeki günlerde bölgedeki gerilimin daha da tırmanacağı sinyalini vermektedir. Mevcut siyasi koşullar göz önüne alındığında, bu krizin diplomatik yollarla çözülemeyecek bir durumda anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Avrupa devletlerine bölgede gerilimi artırmak istemeseler de stratejik çıkarlar ve Kızıldeniz’deki güvenliği sağlama amacıyla bu global krizde daha aktif bir rol oynama görevi düşmektedir.


[i] “Yemen’s Houthi Rebels Seize Cargo Ship in Red Sea And Call Israeli Vessels ‘Legitimate Targets’”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2023/nov/20/yemen-houthi-rebels-seize-cargo-ship-galaxy-leader-red-sea-israel (Erişim Tarihi: 20.11.2023).

[ii] “Israel’s Eilat Port Sees 85% Drop-in Activity Amid Red Sea Houthi Attacks’”, Reuters, https://www.reuters.com/world/middle-east/israels-eilat-port-sees-85-drop-activity-amid-red-sea-houthi-attacks-2023-12-21/, (Erişim Tarihi: 21.12.2023).

[iii] “‘Houthi Attacks and Drought Significantly Drive-Up Container Shipping Prices’”, Supply Chain Movement, https://www.supplychainmovement.com/houthi-attacks-and-drought-significantly-drive-up-container-shipping-prices/, (Erişim Tarihi: 18.01.2024).

[iv] “‘Global Trade Falls Amid Houthi Attacks on Merchant Ships in Red Sea’”, The Guardian, https://www.theguardian.com/business/2024/jan/11/global-trade-falls-houthi-attacks-merchant-ships-red-sea, (Erişim Tarihi: 11.01.2024).

[v] “‘Who Are the Houthi Rebels? What To Know About the Yemeni Militants Attacking Ships in The Red Sea’”, CBS News, https://www.cbsnews.com/news/who-are-houthi-rebels-what-to-know-yemen-militants-attack-ships-red-sea/, (Erişim Tarihi: 12.01.2024).

[vi] “‘US And Britain Strike Yemen in Reprisal for Houthi Attacks on Shipping’”, Reuters, https://www.reuters.com/world/us-britain-carry-out-strikes-against-houthis-yemen-officials-2024-01-11/, (Erişim Tarihi: 11.01.2024).

[vii] “‘Europe Split Over US, UK Strikes on Houthis in Yemen’”, Reuters, https://www.reuters.com/world/middle-east/italy-declined-take-part-military-action-against-houthis-source-says-2024-01-12/, (Erişim Tarihi: 12.01.2024).

[viii] “‘Aid For Hostages, Civilians Enters Gaza as Israel Steps Up Strikes’”, France24, https://www.france24.com/en/middle-east/20240117-🔴-live-macron-says-france-did-not-join-strikes-on-houthis-to-avoid-escalation, (Erişim Tarihi: 17.01.2024).

[ix] “‘In A Cautious EU, Spain Stands Out As Vocal Israel Critic’”, Le Monde, https://www.lemonde.fr/en/international/article/2023/11/27/in-a-cautious-eu-spain-stands-out-as-vocal-israel-critic_6293238_4.html, (Erişim Tarihi: 27.11.2023).

[x] “‘Media, Nuovi Attacchi Usa-Gb Contro Houthi in Yemen’”, Swissinfo, https://www.swissinfo.ch/ita/media–nuovi-attacchi-usa-gb-contro-houthi-in-yemen/49150124, (Erişim Tarihi: 23.01.2024).

The post Kızıldeniz’deki Krizin Küresel Tedarik Zincirlerine Etkisi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Yemen’deki Krizin Uluslararası Ekonomik ve Siyasi Boyutu https://www.ankasam.org/yemendeki-krizin-uluslararasi-ekonomik-ve-siyasi-boyutu/ Mon, 29 Jan 2024 17:03:38 +0000 https://www.ankasam.org/?p=69023 Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere güçleri, Yemen’in Kızıldeniz’de gemi taşımacılığına yönelik saldırılarına karşılık vermiş ve bu durum uluslararası ticaretteki riskleri artırmıştır. Dünya ticaretinin 5’te 1’inden fazlasının geçtiği Babül Mendep Boğazı’nın güvenliğine dair endişeler tırmanırken Batılı güçler, bölgede bir deniz koalisyonu oluşturma çabasındadırlar. Yemen’deki Husi liderler, bu saldırıdan sonra gemi taşımacılığına karşı daha fazla misilleme […]

The post Yemen’deki Krizin Uluslararası Ekonomik ve Siyasi Boyutu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere güçleri, Yemen’in Kızıldeniz’de gemi taşımacılığına yönelik saldırılarına karşılık vermiş ve bu durum uluslararası ticaretteki riskleri artırmıştır. Dünya ticaretinin 5’te 1’inden fazlasının geçtiği Babül Mendep Boğazı’nın güvenliğine dair endişeler tırmanırken Batılı güçler, bölgede bir deniz koalisyonu oluşturma çabasındadırlar. Yemen’deki Husi liderler, bu saldırıdan sonra gemi taşımacılığına karşı daha fazla misilleme tehdidinde bulunmuşlardır.

Hava saldırılarının ardından küresel petrol fiyatları kısa süreliğine yükselerek varil başına 80 doları aşmış, ancak hızla gerilemiş ve 75 dolar bandına geri dönmüştür. Süveyş Kanalı, halen açık olmasın rağmen kanaldan geçen gemi sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Büyük nakliye şirketleri (Hapag-Lloyd, Maersk ve MSC dahil), deniz trafiğini Kızıldeniz/Süveyş Kanalı rotasından Ümit Burnu üzerinden yönlendirmiştir. Bu, özellikle gemilerin yolculuk sürelerini ve yakıt maliyetini artıracağı için kesinlikle istenmeyen bir durumdur. Böylelikle küresel navlun maliyetleri keskin bir artış göstermiştir.

ABD ve İngiltere’nin saldırılarına rağmen Husi milisler, halen daha Kızıldeniz’deki gemilere saldırma kapasitesine sahiptirler. Bu tehdide rağmen yakıt pazarları, belki de küresel arzın yeterli kalması nedeniyle şimdilik oldukça sakindir. Bununla birlikte daha yüksek nakliye maliyetleri, dünya piyasalarında en nihayetinde bir miktar enflasyonist baskı oluşturacaktır. Bu meseleyle ilgili Ekonomist El-Erian, “Ciddi olumsuzluklarla karşı karşıyayız, arz tarafının dengelendiği yeni bir gerçeklikte yaşıyoruz. Küresel ekonomi çok daha kırılgan, bu da enflasyonist eğilimlerin eskisinden daha yüksek olduğu anlamına geliyor.” yorumunda bulunmuştur.[i]

Yemen’deki krizin çıkış noktası 1970 ve 1980’li yıllara kadar uzanmaktadır ve günümüz itibariyle çok boyutlu bir küresel kriz halini almıştır. 2011 yılındaki Arap Baharı’nda Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in görevi bırakmasının ardından merkezi otorite zayıflamış ve Yemen, bölgesel güç mücadelesinin sahnesi olmaya başlamıştır. Bu tarihten beri Yemen, küresel güçlerin de dahil olduğu bir vekaleten savaşın sahnesi konumundadır. Bu mücadelenin aktörleri arasında Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, İran, Pakistan, Sudan, Mısır ve küresel düzlemde ABD, İngiltere ve Rusya sıralanabilir.

Buradaki kriz, aynı zamanda Avrupa ve Asya ülkelerini de dolaylı olarak ilgilendirmektedir. Zira doğu ile batı arasındaki ticaretin önemli bir bölümünü Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Babül Mendep Boğazı, Aden Körfezi ve Umman Denizi rotası oluşturmaktadır. Bu denizlerin güvenliğini temin etmek oldukça önemlidir. Bu yüzdendir ki ABD ve İngiltere öncülüğünde uluslararası bir deniz koalisyonu kurulması için harekete geçilmiştir.[ii] Deniz güvenliğini sağlamayı ve küresel nakliye rotalarını korumayı amaçlayan bu koalisyona birçok Batılı ülke de dahil olmuştur.

Bu koalisyonlar, daha önce Umman Denizi veya Basra Körfezi’nde petrol gemilerine yönelik saldırıların ardından da kurulmuştur. ABD’nin kurmuş olduğu bu koalisyonlar, bölgesel ve küresel kutuplaşmaya da zemin hazırlamaktadır. Avrupa veya Asya’dan ülkeler, bu deniz koalisyonlarına katılmak suretiyle aslında küresel jeopolitikte bir eksen tercihi yapmış gibi olmaktadırlar. Örneğin ABD, Kızıldeniz’de artan güvenlik tehditlerinin ardından Avrupa’daki ülkelerin yanı sıra Hindistan ve Avustralya gibi Asya ülkelerini de çok uluslu deniz koalisyonuna katılmaya davet etmiştir. Bu katılımlar, bölgesel aktörlerin birbirleriyle kutuplaşmasını da derinleştirmektedir. Kızıldeniz’deki gerilimi hafifletmek adına Hindistan, İran’la diyaloğunu hızlandırmıştır. Zira Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar, bölgedeki endişeleri hafifletmeye yönelik bir plan hazırlamak üzere İran’ı ziyaret etmiştir.

İki BRICS üyesinin Kızıldeniz’deki son gerginliği ve Gazze’deki savaşı ele alması oldukça önemlidir. Zira Hindistan, sadece Gazze’deki durumun tırmanmasından değil, aynı zamanda Husilerin Hindistan kıyılarındaki gemilere saldırmasından da endişe duymaktadır.[iii] Nitekim Husiler, yakın zamanda Hindistan bandıralı gemileri de hedef almıştır. ABD, bu saldırıdan İran’ı sorumlu tutmuştur.

Yemen’deki krizin bölgesel ve küresel boyutuna odaklanırken sahadaki gerçeklikten da fazla uzaklaşmamak gerekir. Zira Husilerin yapısı itibariyle ABD ve İsrail karşıtı olduğunu hatırlatmamız gerekir. Dolayısıyla Gazze’deki İsrail saldırılarını durdurmadan Yemen’deki krizi yatıştırmak da mümkün olmayacaktır. Bu anlamda Hamas-İsrail ve Yemen Krizi’ni birbirinden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Sonuç olarak Hindistan ve Çin gibi aktörlerin İsrail üzerinden Batıya açılmak istediği bilinmektedir. Dolayısıyla Hamas-İsrail çatışmasını, küresel ulaştırma projelerine vurulan bir darbe olarak da yorumlayabiliriz. Bu bağlamda Hamas ve daha sonra Husilerin harekete geçmesi, küresel güçler arasındaki güç mücadelesinin birer parçası olarak yorumlanabilir.


[i] “Red Sea Crisis Drives Inflationary Trading Costs”, Sea Trade, https://www.seatrade-maritime.com/containers/red-sea-crisis-drives-inflationary-trading-costs, (Erişim Tarihi: 23.01.2024).

[ii] “US Invites India to Join Naval Coalition in Red Sea”, Livemint, https://www.livemint.com/news/world/us-invites-india-to-join-naval-coalition-in-red-sea-11704356854836.html, (Erişim Tarihi: 04.01.2024).

[iii] “Jaishankar bound for Iran; Gaza, Houthi attacks on agenda”, Hindustan Times, https://www.hindustantimes.com/india-news/jaishankar-bound-for-iran-gaza-and-houthi-attacks-on-agenda-101705037455396.html, (Erişim Tarihi: 04.01.2024).

The post Yemen’deki Krizin Uluslararası Ekonomik ve Siyasi Boyutu appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Refah Muhafızı Harekâtı Husi Saldırılarını Durdurur mu? https://www.ankasam.org/refah-muhafizi-harekati-husi-saldirilarini-durdurur-mu/ Tue, 26 Dec 2023 06:02:40 +0000 https://www.ankasam.org/?p=66232 2023 yılının Kasım ayından itibaren Yemen açıklarında artan ve bölgeden transit geçiş yaparak İsrail limanlarına kargo taşıyan, İsrail bayraklı veya sahipli ticari gemilerini hedef alan Husi saldırıları, navlun ve sigorta ücretlerindeki artış gibi küresel deniz ticaretine olan olumsuz etkilerinin yanı sıra diğer olumsuz etkiler de yaratmaktadır. Büyük denizcilik/petrol şirketlerinin Asya’dan Avrupa’ya Arktik rotadan sonra en […]

The post Refah Muhafızı Harekâtı Husi Saldırılarını Durdurur mu? appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
2023 yılının Kasım ayından itibaren Yemen açıklarında artan ve bölgeden transit geçiş yaparak İsrail limanlarına kargo taşıyan, İsrail bayraklı veya sahipli ticari gemilerini hedef alan Husi saldırıları, navlun ve sigorta ücretlerindeki artış gibi küresel deniz ticaretine olan olumsuz etkilerinin yanı sıra diğer olumsuz etkiler de yaratmaktadır. Büyük denizcilik/petrol şirketlerinin Asya’dan Avrupa’ya Arktik rotadan sonra en kısa güzergâh olan Süveyş rotası yerine, yaşanan güvenlik riski nedeniyle Afrika’nın güneyinde Ümit Burnu’nu dolanarak erişim seçimi, maliyetle birlikte teslimat süresinde de gecikmelere ve buna paralel olarak da yakıt ve karbon emisyonunun artışına sebep olmaktadır.[1] Dahası, halihazırda saldırı yapılan gemilerde ölen gemi adamı bulunmamakla birlikte bu sıklıkla devam etmesi halinde bu durumun da değişebileceği değerlendirilmektedir.

ABD liderliğinde 2022 yılında kurulan ve “Kızıldeniz, Bab el Mendeb ve Aden Körfezi’nde uluslararası deniz güvenliği ve kapasite geliştirme çabalarına odaklanmak”[2] olan misyonu genişletilen ve katılımcı ülke sayısı artırılan Birleşik Görev Gücü 153 (CTF-153)’ün komuta edeceği Refah Muhafızı Operasyonu’nun Husi saldırılarını önlemeye yönelik katkılarının; bölgenin genişliği, devriye görevi yapacak gemi sayısının bölgeden geçecek tüm ticari gemileri Husi saldırılarına karşı koruma kalkanı altına almak için yeterli olmayacağı ve tamamının hava savunma imkânlarının ABD gemilerininki kadar[3] gelişmiş olmaması nedeniyle sınırlı kalacağı değerlendirilmektedir.

Konuya ilişkin Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Karargâhı Komutanlığını, NATO’nun Somali deniz haydutluğuna yönelik Okyanus Kalkanı Harekâtının devam ettiği 2009-2013 yılları arasında yürüten ABD’li emekli Amiral Stavridis, Bloomberg’e yaptığı açıklamalarda Refah Muhafızı Operasyonunun saldırıları önleyebilmesine yönelik dört temel unsurundan bahsetmiştir.

Bunlarda ilki; “petrol fiyatlarının yükselmesine neden olarak İran’a fayda sağlamak ve Batı’nın Gazze’deki saldırıları önlemek için İsrail üzerindeki baskıları artırmak” olarak açıkladığı saldırıların ardında yatan temel motivasyonu anlamak ve bu kapsamda Husi altyapısına karşı saldırı temelli (ofansif) bir anlayışla ABD ve ortaklarının, karadaki hedeflere Tomahawk füzeleri ile karşı saldırılar yapmak olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Umman Körfezi’nde devriye gezen USS Eisenhower uçak gemisindeki saldırı uçaklarını kullanmanın ve yeterli sonuç alınmazsa da İran’ın Kuzey Hint Okyanusu ve Körfezdeki petrol ve gaz platformları ile limanlar gibi altyapısına yönelik saldırılar yapılmasını önermiştir.

İkinci olarak tam entegre bir istihbarat resminin sağlanması ve bunun için de keşif gözetleme faaliyetlerinde İHA kullanımı ile toplanan verilerle operasyon merkezi olacağı değerlendirilen Bahreyn, Manama’daki ABD Beşinci Filosunun karargâhındaki görev gücü komuta merkezinin beslenmesi gerektiğini belirten Amiral, üçüncü olarak ise ABD’nin başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere müttefik ve ortaklar çemberini genişletmek üzere çalışılmasının önemini vurgulamıştır.

Dördüncü olarak ise; hedeflerin büyük ölçüde ticari taşımacılık olduğu göz önüne alındığında, ABD’nin başta Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ve denizcilik şirketleri ile daha kapsamlı bir koordinasyon sağlayarak gemilerde görevlendirilecek silahlı özel güvenliklerin önemini belirtmiştir. Amiral son olarak, Refah Muhafızı Operasyonu’nun, Somali’nin deniz haydutluğu ile mücadele derslerini kullanarak ve bunları yeni tehditler açısından güncelleyerek doğru yönde atılmış bir adım olduğunu belirtmiştir.[4]

Ancak göz önüne alınması gereken bazı diğer hususların bulunduğunu belirtmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, 2008-2011 yılları arasında Somali açıklarında en yoğun dönemini yaşayan deniz haydutluğu saldırılarından Husi saldırılarının farkının, ilkinin maddi kazanç için yapılırken ikincisinin siyasi hedefi olması ve siyasi güdülere saik grupları caydırmanın deniz haydutlarından çok daha zor olmasıdır. Temel hedefleri; Babel Mendep boğazından Kızıldeniz üzerinden Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e çıkacak gemilerden mümkün olduğunca çoğuna düzenleyecekleri saldırılarla küresel deniz ticaretini sekteye uğratarak Filistin’e yaptığı saldırıları durdurması için İsrail’e baskıların artırılmasını sağlamak olan Husilerin İran’dan aldıkları silah desteği sürdükçe bu tip saldırıların devam etmesi beklenebilir.

Bir diğer husus, bu durumun ABD Donanması için yeni bir kriz ve gemi görevlendirme alanı olacağından Pasifik cephesi için kötü bir haber niteliği taşımasıdır.[5] ABD’nin Avustralya’dan ısrarla bölgede görevlendirmek üzere gemi talep etmesi, Pasifik’te elini zayıflatmak istememesinin sonucu olarak değerlendirilmektedir. Katılımcı ülkeler arasında ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin donanma unsurları, dronlara karşı hava savunma sistemi açısından gelişmiş imkânlara sahip olsa da diğer ülke donanmalarına ait gemiler, yapılacak dron saldırılarını uzun mesafelerden durdurma konusunda aynı yeteneğe sahip olmadığından bu durum gemilerin reaksiyon süresini azaltırken aldıkları riski de artıracaktır. Bunun yanı sıra konu uzmanlarının, müttefiklerin yüksek yoğunluklu deniz harbi konusunda tecrübesinin yeterli olmadığına ve de düşük maliyetli dronları milyon dolarlık füzelerle durdurmanın sürdürülebilir olmadığına dair yorumları bulunmaktadır.[6]

Son olarak ABD’nin savaşı İran da dahil olacak şekilde genişletmesinin, tercih edeceği bir durum olmayacağı değerlendirilmektedir. Bu durum, İbrahim anlaşmaları ile sağlanmaya çalışılan bazı Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki barış ortamına zarar vereceği gibi çatışmanın Orta Doğu’daki dengeleri Batı’nın aleyhine değiştirme potansiyelini barındırmaktadır.


[1] Gökçay Balcı, “How Red Sea attacks on cargo ships could disrupt deliveries and push up prices – a logistics expert explains”, The Conversation, https://theconversation.com/how-red-sea-attacks-on-cargo-ships-could-disrupt-deliveries-and-push-up-prices-a-logistics-expert-explains-220110?utm_source=linkedin&utm_medium=bylinelinkedinbutton, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

[2] Combined Maritime Forces (CMF), CTF 153: Red Sea Maritime Security, https://combinedmaritimeforces.com/ctf-153-red-sea-maritime-security/, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

[3] Brad Lendon, “How US warships are shooting down Houthi drones in the Red Sea, and what might come next”, CNN, https://edition.cnn.com/2023/12/20/middleeast/us-destroyers-houthi-drones-red-sea-intl-hnk-ml/index.html, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

[4] James Stavridis, “US-Led Naval Force Might Not End Houthi Ship Attacks”, Bloomberg, https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2023-12-19/can-us-led-naval-force-protect-ships-oil-in-red-sea-persian-gulf, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

[5] Cem Gürdeniz, “Yeni dünya düzeninde denizaltıların yeri”, Veryansıntv, https://www.veryansintv.com/yazar/cem-gurdeniz/kose-yazisi/yeni-dunya-duzeninde-denizaltilarin-yeri/, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

[6] Gonzalo Vázquez, “NATO Must Be Ready for High-Intensity Naval Conflict”, CEPA, https://cepa.org/article/nato-must-be-ready-for-high-intensity-naval-conflict/, (Erişim Tarihi: 23.12.2023).

The post Refah Muhafızı Harekâtı Husi Saldırılarını Durdurur mu? appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Rusya’nın Orta Doğu Hamleleri ve Filistin Meselesi https://www.ankasam.org/rusyanin-orta-dogu-hamleleri-ve-filistin-meselesi/ Mon, 18 Dec 2023 08:21:47 +0000 https://www.ankasam.org/?p=65656 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan çatışmada ölen Gazzeli sivillerin sayısı 18 bini geçerken,1 İsrail Ordusu’nun Gazze’deki tünelleri deniz suyuyla dolduracağı söylenmiştir. 10 Ekim 2023 tarihinde konuşma yapan Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Dmitri Polyanski, bu eylemin bir savaş suçu oluşturacağını söylemiştir.2 Polyanski, aynı açıklamada BM Güvenlik Konseyi’nde Gazze’de ateşkes için talep edilen karar tasarısının […]

The post Rusya’nın Orta Doğu Hamleleri ve Filistin Meselesi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
7 Ekim 2023 tarihinde başlayan çatışmada ölen Gazzeli sivillerin sayısı 18 bini geçerken,1 İsrail Ordusu’nun Gazze’deki tünelleri deniz suyuyla dolduracağı söylenmiştir. 10 Ekim 2023 tarihinde konuşma yapan Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Dmitri Polyanski, bu eylemin bir savaş suçu oluşturacağını söylemiştir.2 Polyanski, aynı açıklamada BM Güvenlik Konseyi’nde Gazze’de ateşkes için talep edilen karar tasarısının reddedilmesinden de duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir. Söz konusu tasarı, daimi üye Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) vetosu yüzünden kabul edilememiş ve Birleşik Krallık ise çekimser kalmıştır.3

Dmitri Polyanski’nin İsrail’e karşı yaptığı sert açıklama bir ilk değildir. Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev de 17 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne düzenlediği saldırıyı “çok açık bir savaş suçu” olarak nitelendirip en büyük sorumlunun da ABD olduğunu söylemiştir.4

İsrail-Hamas çatışmasının başlaması, Ekim ayından beri Ukrayna’daki durumun görünürlüğünü azaltmıştır. Batı devletleri ve kamuoyu, Ukrayna Savaşı’nın başından beri Rusya’ya karşı net bir şekilde karşı propaganda, silah desteği ve ekonomik yaptırımlar uygularken, şimdilerde Filistin meselesi dünya medyasını ve siyasetini meşgul etmektedir. Bu bağlamda ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Ukrayna’ya göndermek için hazırladığı toplam 110 milyar dolarlık güvenlik yardımı tasarısının Senato’da reddedilmesi, Ukrayna Savaşı için yeni bir dönüm noktası anlamına gelmektedir.5 ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçiler, ülkenin Meksika’yla olan sınırlardaki güvenliğin çok daha acil olduğunu savunarak, yardım paketinin geçmesine izin vermemiştir.6 12 Aralık 2023 tarihinde ABD’yi ziyaret eden Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski de ülkesinin cephede acil desteğe ihtiyaç duyduğunu, aksi takdirde savaşı Putin’in kazanacağını ifade etmiştir.

Geçtiğimiz ay Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeri Zalujni’nin de ifade ettiği gibi, Rusya-Ukrayna Savaşı bir “yıpratma savaşı”na dönüşmüştür. Bu da Ukrayna açısından sürdürülebilirliği olmayan bir durumdur. Batı kamuoyunun gözlerini Gazze ve İsrail’e dikmiş olması da Ukrayna tarafı için önemli bir sorundur. İsrail’in Gazze’ye başlattığı operasyonun hemen ardından Ukrayna’nın İsrail’e desteğini açıklaması da Filistin meselesinde son kutuplaşmayı göstermektedir. Zelenski’yi endişelendiren bir diğer gerçeklik de yaklaşan ABD başkanlık seçimleridir. Joe Biden’ın dış politika hamlelerinin her geçen gün sorgulandığı Amerikan siyasetinde Orta Doğu’daki durum her zaman daha dikkat çekici olmuştur. Amerika’daki siyasi gündemi Gazze’nin meşgul etmesi bu şartlar altında kaçınılmazdır.

Rusya’nın İsrail’e operasyonlarını durdurma çağrıları yapması ve Batı’yı Filistin özelinde “ikiyüzlülükle” suçlaması, Orta Doğu’daki etkisini ve desteğini artırma çabası olarak görülebilir. Rus tarafına göre Batı, Rusya’yı Ukrayna’da işgalci olmakla suçlarken, İsrail’de farklı bir tavır almaktadır. Katar’da bir konferansta konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, sorunun kaynağının Filistin Devleti’nin statüsünün ısrarla çözüme kavuşturulmaması olduğunu ifade etmiştir. Birleşmiş Milletler’i Gazze’ye bir gözlem misyonu göndermeye çağıran Lavrov, İsrail’in Hamas’ı bahane ederek sivillere saldırmasının kabul edilemez olduğunu belirtmiştir.7 26 Ekim 2023 tarihinde Moskova’da Hamas yetkililerinin Rus ve İranlı yetkililerle görüşmesi de İsrail tarafından büyük bir tepki çekmişti. Bu bağlamda Rusya’nın, Batı ülkelerinin aksine, Hamas’ı “terör örgütü” olarak kabul etmediğini hatırlamakta fayda vardır.

Rusya’nın Orta Doğu’daki bir diğer önemli hamlesi de Vladimir Putin’in Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyaret etmesi olmuştur. Putin’in gerçekleştirdiği çalışma ziyaretinin ana gündem maddesi petrol üretimi olsa da toplantıda ABD’nin Orta Doğu’daki İsrail yanlısı politikaları ve Ukrayna Krizi de konuşulmuştur. Petrol üretiminde iki önemli aktör olan BAE ve Suudi Arabistan, Gazze’de yaşananlardan şikayetçi olmuştur. Bu ziyaretin, Vladimir Putin’in Çin’e gerçekleştirdiği ziyaret dışında son 8 aydaki tek yurtdışı ziyareti olduğunu hesaba katarsak, Rusya’nın Filistin-İsrail sorununu Orta Doğu’daki etki alanını güçlendirme fırsatı olarak gördüğü söylenebilir.

Sonuç olarak Filistin-İsrail çatışmasının geldiği son hal, Rusya’nın Orta Doğu ve Ukrayna politikasının paralelleşmesine yardımcı olmaktadır. Rusya, Gazze bağlamında Batı’yı ikiyüzlülükle suçlayarak dünya kamuoyunda Ukrayna Savaşı’yla ilgili fikirlerin yeniden düşünülmesine sebep olurken, aynı zamanda Batı devletlerinin Ukrayna’ya duyduğu ilginin azalmasından memnun olmaktadır. Geçmişte Suriye’de İsrail’in belli manevralarına müsaade eden Rusya, Ukrayna Savaşı’yla beraber Batı’dan dışlanmasına karşılık olarak Orta Doğu’daki mevzisini genişletmeye çalışmaktadır.


1 “İsrail’in Gazze’deki Saldırılarında Ölenlerin Sayısı 18 Bin 412’ye Yükseldi”, NTV, https://www.ntv.com.tr/dunya/israilin-gazzedeki-saldirilarinda-olenlerin-sayisi-18-bin-412ye-yukseldi,u43VjrIU7Uicjo6Bxsiopg, (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

2 “Flooding Gaza’s Tunnels with Seawater is War Crime – Russia Warns Israel”, Palestine Chronicle, https://www.palestinechronicle.com/flooding-gazas-tunnels-with-seawater-is-war-crime-russia-warns-israel/, (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

3 “ABD’den Gazze’de Acil Ateşkese Veto: “Maalesef Destekleyemedik”, NTV, https://t.ly/hsBHT, (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

4 “Rusya: Gazze’deki Saldırı Açıkça Savaş Suçudur”, AA, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/rusya-gazzedeki-saldiri-acikca-savas-sucudur/3024114, (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

5 “ABD Senatosu’ndan İsrail ve Ukrayna’ya Yardım Tasarısına Veto”, Euronews, https://tr.euronews.com/2023/12/07/abd-sanatosundan-israil-ve-ukraynaya-yardim-tasarisina-veto (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

6 Aynı yer.

7 “Rusya: İsrail’in Hamas’ı Gerekçe Göstererek Filistin Halkını Toplu Cezalandırması Kabul Edilemez”, AA, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/rusya-israilin-hamasi-gerekce-gostererek-filistin-halkini-toplu-cezalandirmasi-kabul-edilemez/3078990, (Erişim Tarihi: 12.12.2023).

The post Rusya’nın Orta Doğu Hamleleri ve Filistin Meselesi appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
ADIPEC 2023: Küresel Petrol ve Gaz Piyasasının Geleceği (E.) https://www.ankasam.org/adipec-2023-kuresel-petrol-ve-gaz-piyasasinin-gelecegi-e/ Wed, 29 Nov 2023 13:57:25 +0000 https://www.ankasam.org/?p=63810 Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’na (COP28) ev sahipliği yapmadan hemen önce 2-5 Ekim 2023 tarihlerinde Abu Dabi Uluslararası Petrol Fuar ve Konferansı (ADIPEC 23) düzenlemiştir. Konferansın başlıca konuları arasında iklim krizi, artan enerji fiyatları ve şirketlerin net sıfır emisyon yol haritaları yer almıştır. COP28 Konferans Başkanı Sultan Al Jaber, petrol ve gaz […]

The post ADIPEC 2023: Küresel Petrol ve Gaz Piyasasının Geleceği (E.) appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’na (COP28) ev sahipliği yapmadan hemen önce 2-5 Ekim 2023 tarihlerinde Abu Dabi Uluslararası Petrol Fuar ve Konferansı (ADIPEC 23) düzenlemiştir. Konferansın başlıca konuları arasında iklim krizi, artan enerji fiyatları ve şirketlerin net sıfır emisyon yol haritaları yer almıştır. COP28 Konferans Başkanı Sultan Al Jaber, petrol ve gaz şirketlerini iklim değişikliği için “çözüm merkezi” olmaları konusunda teşvik edici toplantılar yapmıştır. Sektörün enerji arz-talep güvenliğini sağlamak ve küresel enerjide ihtiyaçları kesintisiz olarak karşılamasına karşın net sıfır hedefleri için soru işaretleri devam etmektedir.[i]

Al Jaber, günde 4 milyon varil ham petrol çıkarma kapasitesine sahip devlet kontrolündeki Abu Dabi Petrol Şirketi’nin CEO’su olarak görev yapmaktadır. Şirket, günlük 5 milyon varil günlük petrol üretmeyi planlamaktadır. Bu yılki konferansın “daha hızlı karbonsuzlaştırma” üzerine odaklandığı vurgulanmıştır. Buna rağmen etkinlik, aslında iklim değişikliğini tetikleyen karbon yakıtlarının sondajı, işlenmesi ve satışıyla ilgili gerçekleştirilmiştir. Al Jaber, dünyanın yakın dönemde bu boşluğu kapatmak için petrol ve gaza güvenmesi gerektiğini defalarca beyan etmiştir.[ii]

Dünya, COP28’e doğru giderken küresel ölçekte yaşanan uluslararası güvenlik problemleri, enerji güvenliğinin tekrardan tartışılmasına yol açmıştır. COP28 öncesi yapılmış konferansta iklim aktivistlerinin beklentileri, iklim değişikliğini engelleyici yapıcı bir yol haritasının çıkması olmuştur. ADIPEC 23, bu beklentileri gölgede bırakarak “enerji güvenliği” konferansı haline gelmiştir.

Konferansın ve COP28’in Abu Dabi’de yapılması kararı sonrasında BAE, iklim aktivistlerinin yoğun eleştirisine maruz kalmıştır. Başlıca hassasiyetlerin sebepleri arasında ülkenin petrol ve gaz üretiminin küresel ısınmayı tetiklemesi yer almaktadır. Buna karşın Al Jaber’in açıklaması, küresel sektörün realitelerini ortaya çıkartmıştır:[iii]

“Fosil yakıtların azaltılması kaçınılmazdır. Aslında, bu iklim değişikliği de kaçınılmazdır. Ancak bu, adil, hızlı, düzenli, eşit ve sorumlu bir kapsamlı enerji geçiş planının bir parçası olmalıdır.”

Petrol endüstrisi toparlanma eğilimindedir. Petrol fiyatları, koronavirüs pandemisinin sıkıntıları sırasında kısa süreliğine negatif seviyelere düştükten sonra şu anda varil başına yaklaşık 92 dolardan işlem görmeye devam etmiştir. Dizel fiyatlarının da Rusya’nın yakıt ihracatını durdurması nedeniyle yükselmesi beklenmektedir. Bu da taşıma fiyatlarını artırarak küresel enflasyonu kötüleştirecek ve bu maliyetlerin tüketicilere yansıtılmasına yol açacaktır.

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ülkelerini temsilen toplantıya katılan Genel Sekreter Heysem el Gays, “Bugünün küresel ekonomik refahının temeli enerji güvenliğidir.” ifadelerini kullanmıştır. Öte yandan büyük petrol ve gaz şirketlerine hitap eden Al Jaber, enerji sektörünün iklim krizinin anahtar bir parçası olduğunu açıklamıştır:[iv]

“Çok uzun süredir bu endüstri, sorunun bir parçası olarak görüldü. Bazı durumlarda ilerlemeyi engellediği düşünüldü. Bu etkinlik, aslında dünyaya çözümün merkezi olduğunuzu gösterme fırsatınızdır.”

ADIPEC 23 çerçevesinde 20 petrol ve gaz şirketi, 2050 yılından önce veya 2050 yılında “karbon sıfır” noktasına gelmeyi ve rutin endüstriyel gaz yakma işlemlerini 2030 yılına kadar ortadan kaldırmayı taahhüt ettiklerini ilan etmişlerdir. Ancak küresel arz-talep dengesinin görmezden gelinerek net ve keskin şekilde üretimin kesilmesi, piyasalar için “kaos” olarak adlandırılmaktadır. Üretici firmaların artık “petrol ve doğalgaz” şirketleri yerine yenilebilir enerji kaynaklarının da yer aldığı “enerji” şirketleri olarak hibrit bir şekilde dönüşümlerini tamamlaya çalıştıkları görülmüştür.

Konferansta dikkat çeken teknolojik çalışmalardan birisi olan hidrojen enerji çözümlerinde önde gelen bir sağlayıcı olan VYMPEL Technologies, şirketin en son hidrojen üretim ve depolama teknolojilerini tanıtmıştır. Şirket, özellikle Dew Point Analizörü ve Cong Prima gibi sıfır emisyon teknolojilerine odaklanmıştır. Bu öne çıkan şirketler, yeşil enerji teknolojilerini öne çıkarmak için ADIPEC 23’te bir araya gelen birçok yenilikçi işletmenin sadece bir örneğini temsil etmiştir. Bu etkinlik, endüstrinin sürdürülebilir bir geleceğe olan bağlılığının bir kanıtı olarak durmaktadır. Yeşil enerji inovasyonunun en son gelişmelerinin sergilemesi, platformu daha da etkin hale getirmiştir.[v]

Bu bilgiler ışında COP28 öncesi karbon üretici firmalar ve yeşil dönüşüm çelişkileri devam ederken baz santrallerin enerjideki talepleri karşılama rolü sürmektedir. İleriki dönemlerde hidrojen depolama ve yakalama teknolojilerinin gelişmesiyle beraber fosil yakıtların azalacağını ve hidrojenin yakıt olarak yeni bir pazar oluşturacağı analiz edilmiştir. Yenilebilir enerjiye büyük oranda geçişin, fosil yakıtların yerini uzun vadede tutmayacağı ve fiyat istikrarını yakalayamayacağı belirtilmiştir. Konferansta sergilenen yeni hibrit teknolojilerin geleceğimiz açısından küresel enerji sektörüne yeni bir sayfa açacağının vurgusu da yapılmıştır.


[i] “The UAE Holds a Major Oil and Gas Conference Just Ahead of Hosting UN Climate Talks İn Dubai”, AP, https://apnews.com/article/uae-emirates-oil-conference-cop28-climate-7633ba2ae5f9ff3d234888548b4f5800, (Erişim Tarihi: 03.10.2023).

[ii] Aynı Yer.

[iii] “UAE Holds Major Oil and Gas Conference Before Hosting COP 28 Climate Summit”, ENERGY MIX, https://www.theenergymix.com/2023/10/02/uae-holds-major-oil-and-gas-conference-before-hosting-cop-28-climate-summit/, (02.10.2023).

[iv] Aynı Yer.

[v] “Increased Focus on Green Technologies at ADIPEC 2023”, EMIRATES NEWS AGENCY-WAM, https://www.wam.ae/en/details/1395303204955, (Erişim Tarihi: 03.10.2023).

The post ADIPEC 2023: Küresel Petrol ve Gaz Piyasasının Geleceği (E.) appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
Yükselen Asya’nın Anahtarı: Kudüs https://www.ankasam.org/yukselen-asyanin-anahtari-kudus/ Fri, 14 May 2021 16:04:23 +0000 https://www.ankasam.org/?p=26947 İsrail’in 8 Mayıs 2021 tarihinde; yani Kadir Gecesi’nde Mescid-i Aksa’ya ve Filistinlilere yönelik saldırılarda bulunması büyük tepki çekmiştir. Söz konusu saldırılar, Filistin Meselesi’ni bir kez daha uluslararası kamuoyunun gündemine getirmiş ve saldırılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Evanjelist politikalarıyla ilişkilendirilmiştir. Kuşkusuz böylesi bir bağlantının kurulmasının hatalı yanı yoktur. Zira İsrail’in Filistinlilere yönelik zalim politikalarında, Washington yönetiminin […]

The post Yükselen Asya’nın Anahtarı: Kudüs appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>
İsrail’in 8 Mayıs 2021 tarihinde; yani Kadir Gecesi’nde Mescid-i Aksa’ya ve Filistinlilere yönelik saldırılarda bulunması büyük tepki çekmiştir. Söz konusu saldırılar, Filistin Meselesi’ni bir kez daha uluslararası kamuoyunun gündemine getirmiş ve saldırılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Evanjelist politikalarıyla ilişkilendirilmiştir.

Kuşkusuz böylesi bir bağlantının kurulmasının hatalı yanı yoktur. Zira İsrail’in Filistinlilere yönelik zalim politikalarında, Washington yönetiminin bölge stratejisi belirleyici olmaktadır. Bu noktada Ortadoğu siyasetini İsrail’in güvenliğinin sağlanması hedefi üzerinden şekillendiren ABD, özellikle de Donald Trump döneminde, İsrail ile Körfez’deki Arap ülkeleri arasında yaşanan normalleşme sürecine aracılık etmiş ve İbrahim Anlaşmaları vesilesiyle Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) rafa kalkmadığını; yalnızca yöntem değişikliğine gidildiğini gözler önüne sermiştir. Bu anlamda ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğini buraya taşıması gibi skandal kararlar hayata geçirilmiştir.

Bahse konu olan normalleşme hamleleri, “Yüzyılın Anlaşması” adı altında olumlu bir paketle dünyaya pazarlansa da Amerikan stratejisini “Yüzyılın Kumpası” şeklinde nitelendirmek mümkündür. Zira süreç, yalnızca Filistin halkına değil; aynı zamanda özel olarak Ortadoğu’da Türkiye ve İran’a, genel düzeyde ise küresel güç mücadelesinde “Yükselen Asya” gerçeğine karşı kurulmuş bir kumpasa işaret etmektedir.

Bu kapsamda ABD’nin kumpas kurduğu argümanını tartışmaya açarak temellendirmek gerekmektedir. 29 Mart 1979 tarihinde Enver Sedat liderliğindeki Mısır’la başlayan ve 26 Ekim 1994 tarihinde Ürdün’le devam eden Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki diplomatik ilişki kurma sürecini, Trump’ın damadı olan Jared Kushner’in koordinatörlüğünde yürütülen normalleşme hamleleri, İsrail lehine bir atılıma dönüştürmüştür. Böylelikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan, İsrail’le ilişki kuran devletler kervanına katılmıştır. Son olarak 2021 yılının Nisan ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan, “İsrail’in bölgedeki konumunun normalleşmesinin” tüm bölge için ekonomik, sosyal ve güvenlik açılardan faydalı olacağını öne sürerek Riyad’ın da normalleşme adımları atacağını ortaya koymuştur.[1] Bu da bölge politikasında İsrail’in güvenliğinin sağlanmasını öncelikli mesele olarak algılayan ABD’nin Körfez’deki Arap ülkelerini İsrail’le uzlaştırdığını ortaya koymaktadır.

Körfez’deki Arap ülkelerini ABD ekseninde bir siyasete iten ve ABD’nin teşvik etmesiyle İsrail’e yönlendiren temel husus ise bu aktörlerin Şii-Sünni ayrışması üzerinden algıladıkları “İran tehdidi” olgusudur. ABD, bir yandan İran’ı “öteki” olarak konumlandırıp şeytanlaştırırken; diğer taraftan da “İran tehdidinin” önünü açarak hem Körfez’deki Arap ülkelerine silah satmakta hem de bu ülkelerin kendisine olan bağımlılığını arttırmaktadır.

Öte yandan İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulme itiraz eden başat aktör ise Türkiye’dir. 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen Mavi Marmara Saldırısı’ndan beri Tel-Aviv yönetimiyle diplomatik ilişki kurmayan Ankara, idealist bir duruş ortaya koymakta ve başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere çeşitli platformlarda mazlum Filistin halkının hakkını savunmaktadır. Nitekim ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına karşı, 2017 yılının Aralık ayında BM Genel Kurulu’nda ezici çoğunlukla alınan kınama kararında da önerge Türkiye ve Yemen tarafından hazırlanmıştır.[2]

Kısacası ABD’nin İsrail saldırganlığını meşrulaştırma hamlelerine uluslararası arenada direnen başlıca ülke Türkiye’dir. Arap ülkelerini normalleşme sürecine iten temel dinamik ise ABD eliyle alan açılan “İran yayılmacılığıdır”. Bu anlamda ABD’nin İsrail saldırganlığını meşrulaştırma yönündeki girişimlerinin bölgede Türkiye ve İran karşıtı bir ittifak inşa ettiği söylenebilir. Daha da önemlisi bahsi geçen olaylar, Ortadoğu bölgesiyle sınırlı değildir. Örneğin İsrail’le normalleşme kararı alan aktörlerin bir kısmı, Doğu Akdeniz’de de Türkiye’ye karşı uygulanan “Güneyden Kuşatma Stratejisi” içerisinde sorumluluk üstlenmektedir.

Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin Astana Süreci üzerinden Rusya ve İran’la geliştirdiği yakın çalışma formatı, Ortadoğu’da Amerikan gücünün dengelenmesi noktasında kritik bir işleve sahip olmuştur. Üstelik bu süreç, Türkiye’nin “Yeniden Asya Açılımı”yla daha ileri bir evreye taşınmaktadır. Mevzubahis açılım aracılığıyla proaktif bir siyaset uygulayan Türkiye, Kuşak-Yol Projesi’nin Orta Koridor’unda merkezi bir konumda yer almakta ve her geçen gün bu vesileyle jeopolitik önemini daha da arttırmaktadır. Yani Türkiye, Asya’ya olan ilgisi vesilesiyle yalnızca İran ve Rusya’yla değil; küresel güç mücadelesinde ABD’ye meydan okuyan Çin’le de yakınlaşmaktadır. Bu da Ankara’nın sadece Ortadoğu’da değil; küresel düzeyde Amerikan gücünün dengelenmesi noktasında bir arayış içerisinde olduğunu gözler önüne sermektedir.

Rusya’yla imzaladığı 16 Kasım 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’yla birlikte tek kutuplu; yani Amerikan hegemonyasına dayalı düzeni reddettiğini net bir biçimde ortaya koyan Türkiye,[3] “Yeniden Asya Açılımı” üzerinden çok kutuplu dünyanın inşasında kritik bir sorumluluk üstlenmekte ve aslında küresel ekonominin ağırlığını teşkil eden Asya ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirmektedir. Bu anlamda dostlarını arttırarak kendisine uygulanan kuşatmaları da aşma noktasında mühim bir duruş ortaya koyan Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan’la temaslarda bulunduğu bir dönemde İsrail’in Filistinlilere saldırması manidardır. Zira Suudi Arabistan ve Mısır, her ne kadar ABD’ye yakınlığıyla bilinen devletler olsa da tıpkı Türkiye gibi Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemleri almayı tartışmakta[4] ve aslında jeopolitik bir arayışı ortaya koymaktadır.

İşte bu ortamda Filistinlilere yönelik saldırılarla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD’nin “koçbaşı” gibi davranmaktadır. Zira Netanyahu yönetiminin saldırgan politikaları, Türkiye’nin dostlarını çoğaltması noktasında yürüttüğü sürece zarar verebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’ye karşı Asya merkezli olarak bir güç dengesine yöneldiği ve bu güç dengesinde ABD ile bölgesel müttefiki olan İsrail’i etkisizleştirme noktasında mühim atılımlar yaptığı bir dönemde, söz konusu saldırıların gerçekleşmesiyle Ankara-Kahire ve Ankara-Riyad hattındaki yakınlaşma hamleleri sabote edilmek istenmiş olabilir. Fakat bu saldırıların ters tepmesi ve Ankara-Kahire-Riyad hattındaki yakınlaşmayı tetiklemesi de ihtimal dahilindedir.

Kudüs’teki saldırıların ardından konunun Ortadoğu’dan ibaret olmadığını gösteren bir gelişme de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yaptığı görüşmede, bölgeye uluslararası koruma gücü gönderilmesi fikrinin gündeme gelmesidir.[5] Bu fikir, İsrail saldırıları karşısında sivillerin korunması gerektiği hususunda Moskova’nın da Ankara’yla hemfikir olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla gerek İsrail’in tutumu gerek bölgesel arayışlar ve gerekse de Asya merkezli olarak yaşanan küresel tartışmalar, Kudüs’ün önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu noktada Filistin Meselesi’ni yalnızca İslam Dünyası’nın değil; tüm mazlum milletlerin dayanışma halinde olduğu bir mücadeleye dönüştürmek ve buna yönelik diplomasi yürütmek gerekmektedir. Aslında Türkiye’nin 2017 senesinin Aralık ayında BM Genel Kurulu’na sunduğu önergedeki amacı da bu olmuştur. Dolayısıyla Filistin Davası, Asya’nın yükselişiyle birlikte mazlum milletler dayanışmasını arttıran bir anahtar olabilir. Bu vesileyle de küresel güç mücadelesinde çok kutupluluğun belirginleşmesi ve Türkiye’nin de bir kutup olarak konumlanacağı Asya merkezli yeni dünya düzeni, Filistin’in de bağımsız ve saygın bir devlet olarak yerini aldığı uluslararası sistem yaratabilir. Bu anlamda Kudüs, Amerikan liderliğine karşı itirazın sembolü haline gelebilir.


[1] “Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Bin Ferhan: İsrail ile Normalleşme Tüm Bölge İçin Faydalı Olacak”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suudi-arabistan-disisleri-bakani-bin-ferhan-israil-ile-normallesme-tum-bolge-icin-faydali-olacak/2197142, (Erişim Tarihi: 13.05.2021).

[2] Firas Elias, “Yüzyılın Tokadı”, ANKASAM, https://www.ankasam.org/yuzyilin-tokadi/, (Erişim Tarihi: 13.05.2021).

[3] Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı hakkında detaylı bilgi için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “16 Kasım 2001’den 24 Kasım 2015’e Türk-Rus İlişkileri: “Avrasya’da İşbirliği”nden Yakın Çevrelerde Güç Mücadelesine Analitik Bir Bakış”, 2. Uluslararası Osmaneli Sosyal Bilimler Kongresi: Osmaneli’nden 21. Yüzyılı Okumak Bildiriler Kitabı, Murat Ercan vd., der., Bilecik 2016, s. 165-178

[4] “Hangi Ülkeler S-300 ve S-400 Sistemlerini Kullanıyor?”, Euronews, https://tr.euronews.com/2019/07/12/s-300-ve-s-400-sistemlerini-dunyada-kac-ulke-kullaniyor, (Erişim Tarihi: 13.05.2021).

[5] “İsrail-Filistin Çatışması: Erdoğan ve Putin’den Çağrı”, Deutche Welle, https://www.dw.com/tr/israil-filistin-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-erdo%C4%9Fan-ve-putinden-%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1/a-57507376, (Erişim Tarihi. 13.05.2021).

The post Yükselen Asya’nın Anahtarı: Kudüs appeared first on ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi.

]]>