Tarih:

Paylaş:

NATO Zirvesi: Doktriner Arayış Süreci ve Adı Konulamayan İlişkinin Tarafları

Benzer İçerikler

14 Haziran 2021 tarihinde Soğuk Savaş’ın ihtişamlı kurumsal güvenlik yapılanması Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization-NATO) bünyesinde üye ülkelerin liderlerinin katılacağı önemli bir zirve gerçekleştirilecek. Örgütün sistematik olarak düzenli bir şekilde gerçekleştirdiği devlet ve hükümet başkanları zirvelerinin gerek Batı gerekse uluslararası sistem açısından ehemmiyet teşkil etmesinin ötesinde bu zirvenin; hem NATO’nun 2030 projeksiyonu hem de doğrudan ve dolaylı olarak NATO’yu ilgilendiren güvenlik sorunları, çatışma alanları, tehdit ve risklerdeki geometrik artıştan ötürü çok daha kritik bir gündemle toplanacağı beklenmektedir. Bu beklenti NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in video konferans yöntemiyle düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın ardından gazetecilere yaptığı açıklamayla daha da kuvvetli hale gelmiştir. Genel Sekreter yaptığı açıklamada NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda Afganistan, Rusya, Çin ve Belarus, NATO 2030 girişimi, harcamalar ve transatlantik ilişkiler gibi konuların ele alındığını söyleyerek liderler zirvesinin de odaklanacağı meseleleri deklare etmiştir.

Haziran ortasında gerçekleşecek zirvenin örgütün geleceği ve kurumsal sistematiği açısından önemiyle birlikte öne çıkan diğer bir husus ise üye ülkelerin gerek örgütle ilişkileri gerekse ikili ilişkilerinde mevcudiyeti söz konusu olan ve kronikleşme eğilimleri gösteren sorunlu meselelerdir. Dolayısıyla iki önemli sacayak üzerinden şekillenecek olan Haziran Zirvesi, hem örgütün geleceği hem de üyelerin ilişkileri ve örgüt içindeki gelecekleri açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Bu dönüm noktası Türkiye açısından da oldukça mühim bir eşiği ifade etmektedir.

Zirvenin Türkiye’yle ilgili boyutunu ele almadan önce örgütün kurumsal geleceğine ilişkin projeksiyonları ve mevcudiyetini meşrulaştıracak ideolojik ya da doktriner arayışlarına ilişkin saptamalar ve değerlendirmeler yapmak zaruri bir durumdur. Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı sonra tesis edilen uluslararası sistemde güç, merkezden kanatlara doğru kaydı ve Doğu-Batı ekseninde iki küresel güç, uluslararası politikanın ana aktörü haline geldi. İki kutuplu olarak adlandırılan bu sistemdeki ayrışma ya da kamplaşmanın temelinde ideolojik farklılık yer almış olup kutup liderlerinin öncülüğünde her blok içerisinde ideolojik ya da doktriner temelleri sağlam olan yapılar ortaya çıktı.

Bu ortamda NATO, ideolojik anlamda komünist tehdide karşı Batılı değerler üzerine bina edildi ve Doğu Bloku’nun askeri yapılanması Varşova Paktı’na karşı demokratik Avrupa’nın korunmasını temel varoluş nedeni olarak kodladı. Yaklaşık 45 yıllık bir serüvenin sonunda küresel rekabetin kaybedeni Sovyetler Birliği yıkıldı ve buna bağlı bir şekilde Varşova Paktı dağılarak Doğu Bloku ortadan kalktı. Bu gelişme, kimilerine göre beklenen bir durum olarak izah edilse de başta Avrupalı devletler Batı dünyası açısından ani cereyan etti ve hem devletler hem de kurumsal organizasyonlar hazırlıksız bir şekilde yeni dünya ile karşılaştılar.

Tek kutuplu olarak adlandırılan ve ABD’nin başat aktörlüğü ve küresel liderliğinin kabul edildiği 1990’lı yılların uluslararası dinamikleri, uluslararası sistemin yapısı, aktörlerin pozisyonları her ne kadar NATO’nun varlığını tartışmaya açsa da örgütün lağvedilmesi söz konusu olmamıştır. Bu noktada belirtilmesi gereken en temel husus; NATO’nun varlık nedeni ortadan kalmasına rağmen varlığını devam ettirmesi önemli bir başarı olarak kaydedilmelidir. Başarı olarak tanımlanan bu sonucun nedeni ise ABD’nin küresel iktidarını oluşturan bütün sacayaklarının kıyas kabul görmeyecek derece güçlü olmasıyla birlikte ABD’ye ve ABD’nin küresel projeksiyonlarına yönelik Batı içinden veya dışından ciddi bir meydan okuma okumanın söz konusu olmamasıdır. Dolayısıyla her ne kadar varoluş nedeni ortadan kalksa ve ideolojik anlamda boşluğa düşse dahi NATO’nun varlığının arkasındaki temel aktörün söz konusu dönemdeki karşı konulamaz gücü ve başat konumundan ötürü örgüt yeni kavramlar ortaya atmak suretiyle meşruiyetini sağlamaya çalışmıştır. Ancak günümüz itibarıyla bir yandan uluslararası sistemde ciddi bir dönüşüm ve ABD’nin gücünün azalması diğer yandan ise NATO bünyesinde yer alan aktörlerin hem örgüt politikalarıyla hem de birbiriyle uyum sorunu yaşamaları, ciddi kırılma veya çözülme riski olarak ele alınmaya başlamıştır.

Bahse konu risk bağlamında 14 Haziran 2021 tarihinde gerçekleştirilecek olan devle ve hükümet başkanları zirvesinde 2023 projeksiyonu bağlamında NATO’nun doktrin sorununa ilişkin çözüm inisiyatifleri ve kimlik inşasının yeniden tesisine dair stratejilerin tartışmaya açılması kuvvetle muhtemeldir. Ortak tehdide karşı kurulan NATO’nun üyelerinin günümüzde tehdit algıları farklılaşmış olup Batı’nın Sovyetler Birliği ya da komünizm yerine koyabileceği gerçek bir öteki ise söz konusu değildir. ABD’nin liderliğine ve Batı’nın üstünlüğüne en büyük meydan okumayı gerçekleştiren Çin bile uluslararası ilişkiler bağlamında Batı’nın değerleriyle çatışmayan bir politika izlemektedir. Dolayısıyla ortak düşman, ortak tehdit ve ötekinin varlığından yoksun kalan örgütün ortak çıkar ve beklentiler merkezinde bir vizyon ortaya koyması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle NATO’nun geleceği için ortak bir kimlik ve kurumsal meşruiyeti sağlayacak bir doktrin ile ortak paydada buluşulması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Örgütün geleceğine dair yukarıda bahsedilen sorunlarla birlikte örgüt üyelerinin NATO’ya bakışı ve birbiriyle sorunlu ilişkileri de ayrı bir probleme işaret etmektedir. Genişleme stratejisiyle eski Doğu Bloku ülkelerinin örgüte dahil edilmesinin getirdiği problemlerin yanı sıra Almanya ve Fransa gibi Kıta Avrupası’nı domine edilebilecek devletler de NATO’yla ve ABD’yle farklı tercihlerde bulunmakta dahası sorunlar yaşamaktalar. Söz konusu bu sorunsal Türkiye’yi de ilgilendirmektedir. Son dönemde Türkiye-NATO ilişkilerinde karşılıklı soru işaretleri ve bazı sorunlar ciddi boyuta gelmiş olup ABD, Fransa ve Yunanistan gibi devletlerle de ikili ilişkiler gerilmiştir.

Gerilen ilişkilerin müttefiklik ruhuna uygun olarak revize edilmesi ve NATO-Türkiye ilişkilerinin sağlıklı bir boyuta taşınması hem Türkiye hem de NATO ve bahse konu devletler açısından önemli kazanımların elde edilmesi neticesini doğuracaktır. Gerek Batı gerekse Doğu ile ortak paydalara sahip ve her ikisinin bir parçası olan Türkiye’nin, küresel rekabet bağlamında kaybedilecek bir aktör olmadığı gerçeğinin altının çizilmesi gerekir. Bu iddia içi boş bir şovenizmle dile getirilen slogan olmayıp objektif bir bakış açısıyla stratejik akıl yürütmenin sonucunda ortaya konan bir tespittir.

Haziran’ın ortasında toplanacak zirvede en önemli sorunlu alanlar olarak Ukrayna ve Afganistan jeopolitiği ele alınacak olup Rusya ve Çin ile rekabete dair bir strateji oluşturulmaya çalışılacaktır. Tam da bu noktada Türkiye’nin önemi açık bir şekilde görülmektedir. Rusya ve Ukrayna ile ilişkileri ve Karadeniz jeopolitiğindeki pozisyonu ile Türkiye, NATO açısından kaybedilecek bir aktör değildir. Diğer önemli jeopolitik sorun alanı Afganistan’da ise Türkiye’nin gerek tarihi ve kültürel bağları gerekse imajı, politik ve askeri kapasitesi ve gücü üzerinden bir okuma yapıldığında Türkiye’siz bir NATO stratejisinin maliyetleri çok fazla olup başarı ihtimali de oldukça zayıf durmaktadır. Eğer NATO ve dolayısıyla ABD, Ukrayna ve Afganistan jeopolitiğinde kaybeden aktör olursa küresel rekabette Rusya ve özellikle de Çin’in elinin çok daha fazla güçlendiği bir uluslararası jeopolitik ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla böylesi bir senaryonun söz konusu olması halinde ABD hegemonyası telafisi çok da mümkün olmayan bir yara alacaktır. Dahası Türkiye, Çin’in en önemli hamlesi olan “Kuşak-Yol Girişimi” bağlamında da merkezi öneme sahiptir. Kadim ticaret yollarının aktivasyonunda önemli bir lokasyon olan Türkiye, kara ve deniz yolları ve bunların güvenliğiyle istikrarı açısından kritik önemdedir.

Toparlamak gerekirse Türkiye hem ABD hem de NATO açısından Yükselen Asya’nın çatısı Afganistan’ın geleceği, Ortadoğu jeopolitiği, Ukrayna ve Karadeniz’deki gerilim, Rusya ve Çin ile rekabet olarak sıralanacak başlıkların her birisi için joker ülkedir. Bu nedenle NATO ve ABD’li karar alıcıların, pragmatizm ve rasyonaliteden uzak bir şekilde Türkiye’yle çatışan aktörleri bir seçenek olarak değerlendirmekten ziyade Türkiye ile ortak bir geleceğe dair güçlü projeksiyonları tesis etmeye yönelik bir irade koymaları akılcı bir seçenek olarak ortada durmaktadır. Aksi halde ilişkilerde telafisi mümkün olmayan bir şekilde gerileme riskiyle beraber yükselen Asya’nın geleceğinde Batı’nın yer alması ihtimali de oldukça zayıflayacaktır.

 

 

 

 

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.